Güzel Sanatlar Liberalleşirken Değiştirilen Tanımlar… Mahiye Morgül
Toplam Okunma: 9634 | En Son Okunma: 21.11.2024 - 16:49
Yeni yazılan ilköğretim kitaplarında Güzel Sanatlar başlığı altında “Görsel Sanatlar”, “İşitsel Sanatlar” gibi yanlış adlandırılmış yeni tanımlara rastlıyoruz.
Önce söz konusu yeni gruplandırmayı bir görelim:
“Güzel Sanatlar: 1-Görsel (plastik) sanatlar: Resim, heykel, mimari, karikatür, fotoğraf. 2-Dramatik sanatlar (sahne sanatları): Tiyatro, opera, bale (dans) pandomim. 3-Fonetik (işitsel) sanatlar: Müzik, Edebiyat (şiir, vb)”
Sanatın tanımını biraz açalım ve ressam Adnan Turani’nin öğrencilerine yaptığı sanat tanımına bakalım:
“İçinde yaratıcılık unsuru taşımayan hiç bir şey sanat değildir.”
Turani’ye göre, sanatın içinde yaratıcılığın olması koşulu vardır. Örneğin, Ara Güler, “Fotoğrafçılık sanat değildir” der, ki o iyi bir fotoğraf çekme ustasıdır. “Var olan bir şeyi görüntülüyorsun, onu var eden sen değilsin ki, orda duruyor o, sen onu sadece gördün ve görüntüledin” der. (Ressam Abdurrahman Kaplan’dan)
Sanat türüne adını verirken belirleyici olan, kullanılan çekiç, fırça, makine, el, göz, kulak, vb araçlar değildir. Belirleyici olan, kullanılan malzemedir; yağlı boya, suluboya, taş, toprak, ses, dil, beden, gibi. Örneğin;
-Bir taşı heykele dönüştüren şey heykeltıraşın yaratıcılığıdır.
-Sözcükleri şiire dönüştüren şey şairin yaratıcılığıdır.
-Şiiri şarkıya dönüştüren şey bestecinin yaratıcılığıdır.
Ressam A.Kaplan’a göre güzel sanatların sınıflandırılması şöyledir:
“1-Plastik sanatlar: Burada sanatçı, yaratıcılığını kullanarak varolan malzemeden estetik düzeyi yüksek yeni bir şey yaratır; resim, heykel, seramik, mimari gibi. Malzemesi doğada bulunur.
2-Fonetik sanatlar: Malzemesi dildir, sestir. Sanatçı bu malzemeyi kullanır, bundan yeni bir şey yaratır; müzik, şiir, edebiyat, tiyatro, opera, dans gibi. Malzemesi insanda bulunur.
Bu iki ana başlıkta toplanan güzel sanatlar, kendi aralarında birleşmelerle başka sanat dalları oluşturabilir. Ancak, “Plastik Sanatlar” yerine Görsel Sanatlar denilmesi, “Fonetik Sanatlar” yerine İşitsel Sanatlar denilmesi yanlıştır. Bu tanımlar sığdır, basittir, sanatı karşılamazlar.”
Opera beş sanatı buluşturur; libretto (bestelenmeye uygun şiirsel metin), şan (şarkı söyleme sanatı), tiyatro (drama, dans vb), resim (dekor, kostüm, makyaj vb.) ve senfoni orkestrası (şef, tüm orkestra çalgıları). Opera, insanı insana insanla anlattığı için dramatik sanatlar ya da sahne sanatları içinde tanımlanabilir. Ancak, operada belirleyici olan ŞAN/Şarkı Söyleme Sanatı’dır, malzemesi dil, ses ve insandır. Bu temel özellikleriyle opera öncelikle “Fonetik Sanatlar” içinde yer alır.
Anımsatma:
“Çocuklar güzel örneklerle, iyi modellerle eğitilir.” (Eğitimin tunç yasalarından)
Pedagojik Açıdan “Görsel Sanatlar” ve “İşitsel sanatlar”:
Küreselleşmeyle birlikte bir çok alanda bilinen tanımlar değiştirildi, liberal ekonominin “kâr” esasına göre isimlendirildi. Bu dönemde “insan tükettiği kadar insandır” görüşü öne çıkartıldı. Oysa insanı insan eden onun yaratıcılığıdır; tasarım ve üretimdir. Küresel merkezler ise, tasarım ve üretimin yerine bilgiyi satın almayı/tüketmeyi öne çıkartmaktadır.
Sanatın tüketilmesini temel alan “görsel” ve “işitsel” gibi kavramlar da bu sırada ortaya çıktı. Bu piyasacı kavramlar;
1-Sanatın kullandığı malzemeyi içermez.
2-Sanatçıyı öteler, edilgen konumdaki izleyiciyi/dinleyiciyi/müşteriyi sanatın merkezine oturtur. 3-Algılama aracı olan gözü/kulağı öne çıkartır. Söz konusu göz/kulak asla sanatçınınki değildir.
4-Bu organların yaratma süreçlerinde önemli bir rolü yokken, eserin tüketiminde, fiyatının belirlenmesinde önemli rolü vardır.
5-Artık sanatçının kendi eserini beğenmesi değil, ona dışardan bakanın beğenmesi önemlidir. Örneğin, konu başlıkları belirlenmiş siparişler veya bir tablodan 1000 kopya çıkarmak gibi piyasanın sanata müdahalesini getirir.
6-Giderek müşterinin beğeni düzeyi sanatçıyı kuşatır, onu sınırlandırır. Bu durumda sanat özgürleşemez, ileriye taşınamaz.
Özetle, bu tanımlar, sanatta ileriye değil geriye gidişin ifadesidir.
Anımsatma:
“İnsanoğlu sanatla insanlaştı.”
Bir liberal söylem olarak “Görsel sanatlar” ve “İşitsel sanatlar”:
Bu tanımlar, Dünya Ticaret Örgütünün istemiyle ülkemizde uygulamaya konulan “Talep varsa ders var” paralı seçmeli ders sistemiyle örtüşmektedir.
Tüm eğitim sistemimiz YÖK ve Dünya Bankası işbirliğinde piyasalaştırılmaktayken bu kavramları duyuyoruz. Piyasacı sistem açısından bu sözcüklerin neleri içerdiğine bakalım:
1-Müşteriyi öne çıkartır.
2-Bundan belli bir kesimin faydası söz konusudur.
3-Modayı belirleyen ulusötesi tekellerin doğrudan müdahalesine açıktır.
4-Müzik, sinema ve televizyon tekellerinin elinde tehlikeli bir silâha dönüşme olasılığı vardır ve artık görülen sonuçlarından söz edilebilmektedir.
5- “Eğer talep varsa sanat var” söylemi, yasaları da buna göre değiştirmekte, eğitim ve kültür (ve sağlık) hizmet olmaktan çıkartılmakta, kültür kurumları özelleştirilerek ortadan kaldırılmaktadır. Kültür, sadece turiste hizmet aracı haline getirilmektedir. (Buna uygun isim değiştirme zaten yapıldı.)
6-Bu süreçte Kültür Bakanlığı küçültülerek ortadan kalkar, ABD’deki gibi Görsel Sanatlar Kurumuna dönüşür, ya da bu adla Turizm Bakanlığına bağlı küçük bir birim olur.
7-Devlet Tiyatroları, Devlet Opera-Balesi ve Senfoni Orkestraları, TRT ve Kültür Bakanlığı Koroları giderek ortadan kalkar.
8- Pop müzik bu tanıma uygun tipik piyasacı sanattır; her alanda egemenlik kurar.
9- Klasik sanatlara ve halk sanatlarına yaşam hakkı kalmaz.
10-Piyasaya devredilen kültür ve sanat alanları ve bu alanların eğitimcilerini yetiştiren kurumların adları da buna uygun olarak, Görsel Sanatlar Bölümü, İşitsel Sanatlar Bölümü şeklinde değiştirilir.
YÖK’ün piyasacı sanat eğitimi programlarına karşı müzik bölümlerinde oluşan ulusan direnç nedeniyle, bu noktada daha farklı bir yol izlenmektedir; lisans düzeyinde çalgı öğrenimi programları, müzik öğretmeni olmak isteyenler için ise “yaşam boyu eğitim” kavramı altında paralı yüksek lisans programları açılmaktadır.
Sanatın tanımıyla böyle oynayan piyasa, sosyal devletimizin müfredatını değiştirip, yeni kitapları yeni tanımlarla doldurmak için güzelim müzik ders kitaplarını toplayıp çöpe attı (2004,2005,2006).
Anımsatma:
“Evrenin temeli ritimdir. Ritim, bütün sanatların ortak öğesidir.”
Fonetik sanatlara büyük darbe: DİLDEKİ RİTİM PARAMPARÇA EDİLİYOR!..
Fonetik sanatların ana malzemesi olan dilin ritmi parçalanırsa onunla hiçbir sanat yapılamaz.
Piyasa, görme ve işitme yoluyla gönderdiği bombalarla dildeki ritmi parçalarken, beraberinde beynimizin algılama sistemlerini dağıtmaktadır.
Beynimizin algılama özelliklerini anımsayalım:
İnsan beyni, aynı karakterdeki harflerle yazılmış bir sözcüğün bütününü görme ve bu sözcüğün çağrışımını tablo gibi gözünün önüne getirerek zihinsel faaliyet yapma özelliğindedir.
Üçü birlikte bir anlam veren yan yana üç sözcük varsa üçünün de aynı karakterde, aynı puntoda, aynı renkte, aynı hizada vb. olması beyin için önemlidir. Çünkü insan gözü, bir harften diğerine, bir heceden diğerine, bir sözcükten diğerine geçerken ritmik atlayışlar yapar. Yazının bozukluğu nedeniyle okuma hızı/ritmi kesintiye uğradığında, göz-beyin ilişkisinde sıkıntı yaşanır; yazıda değişen her bir karakter beyinde başka bir şeyle ilişkilendirilir, bu durum beyinde kaos yaratır, algılama gerçekleşemez.
Yazıdaki kuralsızlık/kaos insanın aptallaşması sonucunu yaratır. Örneğin “İstanbul” sözcüğünün “1stanBUL” yazılması gibi, İ harfi rakamla 1 üzerinde nokta, yanına İngilizce “first” yazımı gibi (burada yazamıyorum) rakamın üst yanına konmuş “st”, ve sonra bölünmüş bir hece “an” ve asla vurgulu okunmayacak olan büyük harfle BUL hecesi yan yana.
Beynimizin, bu yazılıştan anlamlı bir şey çıkartmak için düşeceği zavallı durumdan yenik çıkacağı kesindir; çünkü tehlike karşısında insan beyninin bildiği tek savunma şekli içine kapanmak, küçülmektir! Yani bozuk yazıları insan beyni kendine tehlike olarak algılar. Sonuçta insan beyni görünmeyen bir düşman tarafından esir alınır; hedefi beyni işlevsizleştirmek, hedefi beynin gelişiminin önünü kapatmak, hedefi beynin özgürlüğünü yok etmek olan sanal bir düşman…
Dilimizin yazım kuralları binlerce yılın oturtmuş olduğu kurallardır; algılama sistemimiz bu kurallarla çalışır. Kuralsız yazıyla ne şiir yapılabilir, ne şarkı ne güzel öykü, ne roman, ne tiyatro…
2004’deTalim ve Terbiye Kurulu başkanı Ziya Selçuk’un matematikte verdiği örnek çocukları aptallaştırmak için iyi bir örnekti: ”Bir gemide 20 koyun 15 keçi var, kaptanın yaşı kaç? Bu soruya yanıt veremeyen çocuk kalmayacak.”
Bütün görme alanlarımıza egemen olan bir güç bellek kayıtlardaki bütün yerleşik kuralları alt üst etmektedir. Dil ile matematiğin ucube birleşimine örnek bir afişe bakalım:
“Türkçe Olimpiyatları, Türkçenin 100akları” (Mayıs 2007 Ankara).
MEB, Kültür Bakanlığı ve Türk Dil Kurumu gibi devlet kurumlarının adını bu afişlerin altında görebiliyoruz. Bu cümledeki yanlışları açalım:
a-Dil bayramı olur, dil şenliği olur, fakat dilde, bedensel mukavemet yarışı demek olan “olimpiyat” olmaz!
b-YÜZAKLARI matematik ile karışık yazılırsa YÜ-ZAK-LA-RI şeklinde hecelenemez, bununla şarkı bestelenemez.
c-Üstelik, “Yüzakları” yanlıştır, “Yüz ağartanları” doğrusudur.
Anımsatma:
“İnsan beyni ritmik olan şeyleri algılama özelliğindedir. Ritmik uyum gösteren her şeyi estetik bulur, onu içselleştiririz.“ (M.M.)
Görsel Sanatlar(!) Fonetik Sanatlara Karşı
Afiş, sinema, reklam, sinevizyon, hareketli panolar gibi, pek çok görsel sanat(!) aracılığıyla fonetik sanatlara en şiddetli bombalar yağdırılmaktadır. Bu bombalarla dilimizde yaratılan kaosa birkaç örnek verelim:
A- Afişler
1-“Tüm Kadın Lobisi Derneği” ve “Fotoğraf ve Eğitim Vakfı” adlarında iki sponsorlu bir afişte, siyah fon üzerine Türkçe yazılar beyaz ve İngilizce yazılar ise gri küçük puntolarla yazılmış ve yazıların yanında, bacakları olmayan bir engelli erkeğin çıplak fotoğrafı var. Bunu açalım:
-Siyah fon resimde olmaz, ürkütücüdür.
-Engelli bir erkek etik olmayan pozdadır.
-Siyah üzerinde gri yazı göz bozar, punto farkı bir daha göz bozar.
-Türkçe ve İngilizce yan yana yazım sadece turist rehberi olan kitaplarda olabilir.
-Bilgisunarda (internette) buradaki iki sponsorun adı yoktur, bunlar sanal isimlerdir.
-“Tüm” çoğuldur, “Tüm Kadınlar” olması gerekir.
-Kadın lobisi olmaz. Lobi sözcüğü ülke dışında faaliyet yapanlar içindir.
-Lobi ile dernek yan yana olmaz.
-TÜKAL harfleriyle logosu var; bu logoda harflerden sadece L harfi doğru yazılmıştır; T harfinin üst çizgisi simetrik değil, Ü harfinin bir ucu T’nin altına girmiş, K harfi Ü’nün kenarına yapışmış, A harfi alt çizgiyle üçgen olmuş haldedir.
- Fotoğraf ile eğitim arasında “ve” olmaz, Fotoğrafçılık kursu olur, beceri kazandıran bir iştir, oysa eğitim daha geniş kapsamlı bir kavramdır.
-FOEV logosu var; “O” harfi siyah zemin üstünde beyaz dişi harf iken, diğer harfler soluk ve titrek haldedir. İnsan gözü burada yanıltılmaktadır; beynin göz merceğine hangi harfe göre komut vereceği şaşırtılmakta, algılamada kaos yaratılmaktadır.
2- Reklâm panolarında “Ben tam altı dilim ekmek yedim” afişi: Afişte parmaklarıyla 4 gösteren bir çocuk var. Beş metre sonra, aynı afişte “Ben tam 9 dilim ekmek yedim” yazısı ve parmaklarıyla 6 gösteren bir çocuk resmi var.
Burada çocuklarımızın beyinleri çok açık tehdit altındadır; sayılarla yazılar arasındaki uyum kalkarsa, çocuklar doğruyu öğrenemezler, zihinsel faaliyet yapamazlar. (1983’den beri ABD’de lise mezunlarının bile doğru dürüst okuyup yazamadıklarının nedeni anlaşılmaktadır.)
3- 35.İstanbul Müzik Festivalinin “Festivale Seyirci Kalmıyoruz. 35Y” afişi: Afişte, kocaman, çok itici, kıvrılmış bir sülük resmi var. Sülüğün derisi üzerinde piyanonun tuşları kobra yılanı olmuş, ne yılan ne sülük, ucube bir şey. Bir başka afişte sülüğün sırtında notalar uçuşuyor, bir başka afişte sülük beyaz… Her afişte aynı söz, “Festivale seyirci kalmıyoruz” negatif cümlesi okunuyor. Bunu açalım:
-İnsan beyni negatif cümleyi pozitife çevirme özelliğindedir. Böylece bu söz zihnimizde “Festivale seyirci kalıyoruz” şeklinde dönüşüme uğrar.
- “35Y” kısaltması yanlıştır. Doğrusu şöyledir; “35.Yıl” ve bu kısaltılmaz.
-Sol yanda “İKSV” (İstanbul Kültür Sanat Vakfı) alttan yukarı, sağ yanda ise yukarıdan aşağı doğru yazılmış, afişin ortasında yer alan lale sembolü ise her afişte bir başka puntoda ve asimetrik.
Değişik yönlere bakan yazıları ve punto farklarını beynimiz bir bütünlük içinde algılayamaz.
4- “Samsun Özel EZGİliler İlköğretim Okulu”; aynı sözcük içinde punto farkı var ve EZGİliler gibi ucube bir sözcükle özel isim yapılmış. Üstelik bu sözcük bir okul adı olarak resmiyet kazanmış!
5-“GER! Sayım Başladı”; Bu bir cep telefonu afişidir. “İ” harfi “!” şeklinde terstir. Cümle, “GER” gibi itici hale gelirken, cümlenin anlam bütünlüğü yok edildi.
Anımsatma:
Evrenin hareketindeki ritmik denge, yani uyum, hayatın devamı için tek koşuldur. Hareket+ritim+denge üçlüsünün birbirine uyumu, kalp atışları dahil, insanın tüm yaşamı için geçerli tek kuraldır. Uyumsuz olan durumları/nesneleri/hareketleri beynimiz algılayamaz. (M.M.)
B- Televizyon programlarında fonda kullanılan hareketli panolar
Televizyon programlarında kullanılan yeni bir görsel sanat(!) malzemesi icat edildi. Konuşmacının arkasında yer alan panolarla izleyicinin dikkati yüzlerce kere kesilmekte, beri yandan konu, görüntüler yoluyla değersizleştirilebilmektedir.
Benzer şekilde eğitim dergilerinde yer alan bilimsel yazıların içine gereksiz karikatürler veya ucube fotoğraflar koyarak konuyu önemsizleştirme yapılmaktadır. Bu ucube resimler bütün dergilere aynı merkezden servis edilmekte ve yazarın bilgisi dışında yazıya konmaktadır. Bu satırların yazarı tarafından bizzat yaşanmış bir örnek; Ek Dergi’nin 2.sayısında yayınlanan bir makalesinin içine konan üç ucube resimle yazı hedefinden uzaklaştırılmıştır. Diğer örneklere de bakıldığında, sayfa tasarımcılarının belli yerlerde eğitildiği anlaşılmaktadır.
Bilgisayarlı panoların hazır halde satılan programlarında tehlikeli sanal oyunlar bulunmaktadır. Yapımcının işini kolaylaştırmış gibi görünen bu sanal oyunlarla beynimize ve dilimize yüzlerce bomba atılabilmektedir. Örneğin, “Atatürk’ü Bugün Okumak” gibi anlamlı bir programda iki konuşmacı SÖYLEV’den bölümler ele alıp açıklamalar yaparken, onların haberi olmadan arkalarındaki fonda hareket halinde ışık, renk, çizgi, yazı ve resimler geçirilebilmektedir. Bu programdan bir kaç not:
-Atatürk’ün kalpaklı portresinin üzerinde, aşağıdan yukarıya doğru ilerleyerek yüzünü tümüyle karartma, sonra yukarıdan aşağı, soldan sağa, sağdan sola karartmalar.
-“ATATÜRK” yazısının üzerinde ışıklı hareketler; harflerin etrafında yılan gibi ilerleyen yeşil ışık, biri baştan biri sondan ters yönde başlatılan ışıklı yılan hareketi.
-ATATÜRK’Ü BUGÜN OKUMAK yazısının içindeki O ve U harflerinin içinde dairesel hareket eden sarı ışık.
-ATATÜRK’Ü yatay, “bugün” ve “ okumak” sözcüklerini dikey, ardışık ve farklı renk ve puntolarla yazma.
-Ortadaki resmin soluna aşağıdan yukarıya doğru, sağına ise yukarıdan aşağıya doğru bir yazı.
-Üç sözcüğü alt alta yazıp, üçünde farklı perspektif kullanma: “Atatürk’ü” gittikçe küçülen, “bugün” gittikçe büyüyen, “okumak” gittikçe küçülen perspektifle yazma.
-“ATATÜrk’Ü” yazısında sadece RK harflerini başka puntoyla ve renkle yazma.
-Yazıyı değişik açılarla döndürme; eksenini değiştirerek sürekli döndürme (baş döndüren bir durum), 30 derece, 10 derece, vb döndürme, duracağı zaman yamuk bırakma.
-Satırları sağa yaslanmış şiir. (Gözümüz sola yaslanmış olan satırlara alışıktır, nokta atlayışlarla satır başını derhal bulabiliriz. Eğer satır başları her seferinde başka bir noktada başlarsa, kaos yaşanır, beyin aptallaşır.)
-Yanlış yerlerden sözcükleri bölme, bu bölümleri renklerle belirginleştirme, farklı puntolarla harfleri yazma; bu yollarla aynı anda cümleyi, sözcüğü ve heceyi kendi içinde defalarca parçalama, vb.
Yeni ders kitaplarında ve Reşat Nuri Güntekin gibi çocuk edebiyatı yazarlarının yeni baskılarında dilin anlaşılmaz hale geldiğini görmekteyiz.
Anımsatma:
“Evrenin temelindeki ritmik uyumu sayılarla anlatırsak matematik, seslerle anlatırsak müzik, renklerle anlatırsak resim, hareketle anlatırsak dans, sözlerle anlatırsak edebiyat olur. Bunlar âhenktir, uyumdur, estetik olandır.” (M.M.)
D- Televizyonda konuş-güldür programlarında
Cep telefonu reklamının birinde, konuş-güldür gösterisi yapan bir kişi, anlamlı tek bir cümle söylemeden dakikalarca konuşmaktadır. Yazı tahtasını da bu reklam içinde kullanan gösterici, elmalarla armutları toplamakta, “DAYIM sözcüğünde 5 harf var, öyleyse DAYIMIN YAŞI OTUZ” gibi işitsel ve görsel bombayı binlerce izleyicinin beynine her kanalda ve her gün defalarca atmaktadır.
Bu durumda “gösteri sanatları fonetik sanatlara karşı” gibi saptamalar yapmak artık mümkündür.
Anımsatma:
“Kültür bir miras olamaz. Kültür sürekli üretmeyi gerektirir; onu iyi bir seviyede tutmak ve korumak zordur, fakat onu kaybetmek çok kolaydır.” (S.Kutay)
E- Pop müzik tanıtım programlarında
Özellikle gün boyu yayın yapan pop müzik kanallarında görüntülü kaset tanıtımları yapılmaktadır. Bu şarkılarda çoğunlukla dildeki ritim ile dansın ve müziğin ritmi birbiriyle örtüşmemektedir, ritmik kaos vardır. Bu kaosu ayrıştırırsak şunları görürüz:
-Şarkının ritmine uymayan hareketlerle dans edilmekte; dansçının bedeninde görülen ritimle, şarkının ritmi birbiriyle çarpışmaktadır. (Bunu izleyenin beyni görüp duyduklarına bir anlam veremez.)
- Türkünün içine rep denilen tür girmekte, türkünün klasik formu/bütünlüğü parçalanmaktadır.
- Türleri birbirine kolaj yaparak türler anlamsızlaşmaktadır.
- Söz-müzik uyumu yoktur, arka akaya yinelenen ucube sözler duyulmaktadır.
-Türkçe ile İngilizce karışık hale getirilmiş (postmodern kolaj) ve insana yakışmayan uyaksız küfürlü aşağılayıcı sözler egemendir.
Sanat insanı yüceltmek içindir. İnsanoğlu kendisini aşağılayan sözlerle yücelemez. Beynimiz insanı yüceltmeyen sözleri sanat dışı kabul eder ve bunlara kendini kapatır. Eğer kötü kokularda insan burnunu kapatmıyorsa aptala dönmüş, algılama sisteminde refleksler dumura uğramış demektir. Bunun gibi kötü müziklerde eğer kulağımızı/televizyonumuzu kapatmıyorsak tehlike başlamış demektir.
Bu müziklerde insana uyumsuz sözler vardır, bestesinde de dildeki ritme uyumsuzluk vardır. Dans edenlerin uyumsuz hareketlerini buna ekleyelim. İnsanın asla ilişki kuramayacağı (yüzü kapalı, karanlık, hayalet, iskelet, vb) tuhaf yaratıklarla birlikte görüntülenen uyumsuzluğu ekleyelim…
Bu kadar uyumsuzluk bir arada olursa insan beyninin buna dayanması düşünülemez, algılama sistemi paramparça olur.
Anımsatma:
“Halk müziğinin içinden gelen bir kimse, müzik sanatının doruklarına ulaşmak için doğru bir yolda ilerleyebilir, fakat pop müzik dünyasından gelen bir kimse, asla.” (S.Kutay)
“İçinde ritim olan her şey beynimizin besinidir. Ritmi, en güçlü şekilde hissettiren ve tüm bedenimizi ritmik harekete geçiren müzik sanatı, elbetteki ruhumuzun baş gıdasıdır. Ancak dildeki ritmi kırdığı hesaba alınırsa, pop müzik için bunu söylemek mümkün değildir.” (M.M.)
C- Sinema-Televizyon Fakültesinde:
Görsel araçları kullanmanın eğitimini veren İletişim Fakültelerinin Sinema ve Televizyon bölümlerindeki öğretim elemanlarının ve öğrencilerin kullandığı bir kitap dikkat çekicidir. “Yazınsal Okuma Süreçleri, Prof.Dr.Zeynel Kıran, Prof.Dr. Ayşe Kıran, Seçkin Yayınları” adlı ders kitabında dil yanlışları korkunç boyuttadır. Örneğin;
-Fransızca’daki üzeri çizgili e harfi, Q harfi gibi yabancı harfler kullanılmış.
-Bir paragraf içinde “örnek, mesala, mesela, kâr” sözcükleri ardı sıra kullanılmış. (sh.18 ör.2)
-“Eğer bir adam öldürdüyseniz..” (sh.12) gibi öldürmeyi doğal davranış gibi gösteren bir cümle.
-“Julien anasıyla babası, ormanın ortasında tepenin yamacındaki bir şatoda oturuyorlardı.” (sh.20.ör.3) Bunun gibi nice abuk subuk cümlelerle dolu bir kitap.
-“Göstergebilime Giriş, Fatma Erkmen Akerson” adlı bir kitap daha okutulmaktadır. Adından da anlaşılacağı üzere böyle bir bilim olamaz, bir de bu bilime “giriş” ders kitabı var!
Bu bölüme girişte kompozisyon ve konuşma sınavı yapılmadığını da bilirsek, dilimizi görsel yollarla nasıl bir tehlikenin beklediği daha iyi anlaşılacaktır. Çünkü, bu okuldan mezunlar reklamların, afişlerin ve sinemanın yapımcısı, yönetmeni ve teknik elemanı olmak üzere eğitim almaktadırlar!
Türkçe’mizin üzerine bu kadar bomba atılırken, İngilizce roman yazana piyasanın ulusötesi merkezlerinde ödüller konulmaktadır. Ana dili Türkçe olduğu halde, İngilizce roman yazan E.Ş’nin, Dublin belediyesinin aracılığıyla verilen bu ödülü alacağı, ödülü gerçekte koyan şirketin ise ABD’den IMPACT şirketi olduğu bilinmektedir.
Anımsatma:
“Sanat, insan için/toplum için var olmak yerine, tarihin bir döneminde geçici olarak ortaya çıkmış olan para için varsa, o artık sanat değil, insana çevrilmiş bir silâhtır.” (M.M)
Sonuç olarak:
Olanları bütünüyle ele aldığımızda dilimizin üzerinde egemen olan bir terör ve şiddetten söz edebiliriz.
Piyasanın görsel araçlarla uyguladığı bu terörden beynimiz ve dilimiz kendini koruyabilecek midir? Ya çocuklarımız, torunlarımız? Onlar doğruları öğrenme şansını bulabilecek midir?
Peki bütün bunlar nedendir?
Dili kırıp bitirmekten piyasanın çıkarı nedir?
Fonetik Sanatlara “İşitsel Sanatlar” diyorsa, bundan piyasanın çıkarı nedir?
Eğitim Fakültelerinde, Resim bölümün adını “Görsel sanatlar” olarak değiştiren piyasacı profesörler varsa, bunların piyasanın merkez örgütü olan Dünya Bankasının hizmetinde olma ihtimalleri nedir? GÖRSED adıyla dernek kurarak adını legalize etmeye çalışan bu öğretim üyeleriyle işbirliği eden, birlikte sempozyum düzenleyen kimi müzik öğretim üyeleri, bu işbirliğinin sonucunda, müzik bölümlerinin de piyasaya göre düzene sokulmasında oluşan ulusal direnç noktalarının zayıflatılacağının acaba farkındalar mı?
Bir yandan eğitimin seviyesini düşürürken, diğer yandan eğitimin yaşını 34 yaşına kadar uzatmaktan ulusötesi piyasanın kârı nedir?
Neden okulların/eğitimin içi boşaltılırken, yaşam boyu eğitim gibi bir masal ortaya atılıyor?
Sorularımızın yanıtı, ulusötesi piyasanın merkezi olan Dünya Bankasında var.
Dünya Bankası, üniversiteleri neden piyasaya göre yeniden şekillendirdiğinin gerekçesini YÖK Dünya Bankası Dairesi tarafından çevrilip dağıtılan “Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi (Taslak Rapor)” adlı kitapçıkta “Dünya’da Yükseköğretim Sisteminde Yeni Eğilimler ve Beklentilerdeki Gelişmeler” başlığı altında şöyle anlatılıyor (sh.34-36):
“Yirminci yüzyılın son çeyreğinden itibaren gelişmiş ülkelerde bilgi toplumuna geçiş süreci başlamış ve bilgi ekonomisi adı verilen yeni bir küresel ekonomik yapı oluşmuştur.
…Küreselleşme, piyasa ekonomilerine geçiş ve özellikle hizmetlerin serbest dolaşımı yönündeki hızlı gelişmeler nedeniyle yükseköğretim, Birleşmiş Milletler, UNESCO, OECD, AB Komisyonu, Dünya Bankası ve hatta Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslar arası kuruluşların da öncelikli gündem maddelerinden biri haline gelmiştir.
Bilgi toplumuna ve ekonomisine geçiş sürecinde (Özelleştirme ya da eğitimi piyasaya devretme süreci. M.M.) değişik toplum kesimlerinin üniversiteden artan beklentileri;
1.Daha fazla öğrenciye ve daha geniş bir yaş grubuna eğitim vermek, yani “yığınlaşmak”…
Yükseköğretimdeki yığınlaşma, genelde az gelişmiş ülkelerde geleneksel öğrenci tanımına giren 18-23 yaş grubunun artan talebinden kaynaklanmaktadır.
(Verilen tabloya göre gelişmekte olan ülkelerde üniversiteleşme oranı son dört yılda %100 artarken, ABD’de eğitim piyasasının durağanlaşması nedeniyle sadece %50 artmıştır. ABD eğitim piyasasının gözünü gelişmekte olan ülkelere çevirmesinin nedeni budur. ABD’de yabancı öğrencilerden para kazanan önemli bir sektör oluşmuştur. M.M.)
Gelişmiş ülkelerin okullaşma oranlarındaki artış, bu gruba ek olarak 24-34 yaş grubuna giren “yeni öğrencilerin” ortaya çıkmasından kaynaklanmaktadır…
24-34 yaş grubunu oluşturan “yeni öğrencilerin” taleplerinin mesleklerinde yenilenmesi için “yaşam boyu eğitim” veya meslek değiştirmeleri için “yeniden eğitilmeleri” yönünde olacağı düşünülmekte ve bir tür “tam gerektiği zaman eğitim” öngörülmektedir. Gelişmiş ülkelerde 18-23 yaş grubundaki öğrenci sayısındaki artış, artık durağanlaşmış nüfus ve okullaşma oranları nedeniyle, büyük ölçüde yabancı ülkelerden gelen öğrencilerin eğitim taleplerinden karşılanmaktadır….
ABD’deki yabancı öğrencilerin yaklaşık %60’ı Asya, %15’i Avrupa ülkelerinden gelen öğrencilerdir.”
Bu metinlerde, eğitimi kamu hizmeti olmaktan çıkartıp sektör haline getirdiklerini, daha uzun süre bu işten para kazanma hesaplarını, bu amaçla eğitimin yaşını 34 yaşına kadar uzattıklarını görüyoruz. Piyasacı dille yazılan bu rapordan anlaşıldığına göre ABD, 24-34 yaşa uzattığı eğitimle en fazla ASYA ülkelerinden para kazanmaktadır ve Türkiye bir Asya ülkesidir.
“Görsel Sanatlar” adını koyan da, “İşitsel Sanatlar” adını koyan da işte bu ulus ötesi vahşi piyasanın Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü adındaki efendileridir. Para piyasalarına efendilik etmekten başka bir şey bilmeyen bu örgütlerin sanatla ilişkisi de parayla sınırlıdır.
Ders kitaplarında karşımıza çıkan yeni tanımların oraya konulmasının nedeni de artık bilinmektedir. Yazımızın giriş bölümünde, güzel sanatlar sınıflandırılmasının yapıldığı paragrafa dikkatle bakıldığında, (plastik) ve (işitsel) sözcüklerinin asimetrik oldukları görülecektir. Bu paragrafın, ilköğretimde okutulan bir ders kitabından alındığı bilinirse, “yeni neslin ders kitapları” açılımıyla neyin hedeflendiği daha iyi anlaşılacaktır. (“Yeni neslin ders kitapları”, Temel Eğitime Destek Program Taslağı, SPAN Eğitim Danışmanlık Şti. Haziran 2004)
Sermayenin, terör estirerek, kaos yaratarak, bombalar yağdırarak, ritmi kırarak, uyumsuzlukları görsel bomba haline getirip algılama sistemlerimizi dumura uğratarak, vb. baskıcı yöntemlerle, kendi özgürlüğü demek olan serbest dolaşımının önündeki engelleri kaldırmayı yüzyıllık programına alan ulusötesi piyasa, sanatı da hedef tahtasına koymuş görünmektedir.
İnsanları daha kolay teslim almak için, onları kendileri gibi düşündürmek üzere yapılan işlerden biri de, tanımları piyasaya göre değiştirmek ve bilinen sanat algılamasını beyinlerden silmektir. Görsel sanatlar ve işitsel sanatlar kavramları üretilirken dayandırıldığı zemin ve dünya görüşü işte budur.
Anımsatma:
“İnsanoğlu tarih boyunca, kendisini daha ileriye götürmeyen, ilerlemesinin önünde engel duran tüm gerici sistemleri tarihin çöplüğüne atmayı başarmıştır.” (M.M.)
14.6.2007
Kaynak:
1.Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi (Taslak Rapor), YÖK, Haziran 2006, Ankara.
2.Yazınsal Okuma Süreçleri, (dilbilim, göstergebilim ve yazınbilim yöntemleriyle çözümlemeler) Prof.Dr.Zeynel Kıran, Prof.Dr. Ayşe Kıran (Eziler), 2000, Ankara.
3-Temel Eğitime Destek Program Taslağı, SPAN Eğitim Danışmanlık Şti.(Teo Savelkous, Marjan Vernooy, Paul Vermoulen, Johan Gademan) YÖK Dünya Bankası Dairesi, Haziran 2004, Ankara.