Asya’dan Balkanlara Benzeşik Kültürel Coğrafya Çalgılarının Batı Senfonik Orkestrasına Alternatif Olabilecek Özgün Bir Orkestral Oturtumda Kullanılmaları… Dr. Ayhan Sarı
Toplam Okunma: 4652 | En Son Okunma: 21.11.2024 - 18:33
(İcanas 38′de bildiri olarak sunulmuştur.)
Bizlerin ezgilerini içimizdeki müzikal dinamizm ve duyguları çağdaş anlamda dile getirebilecek ve bizlerin coğrafyasında yaşamayan diğer insanlara da müziğimizi kabul ettirecek yeni bir orkestra istiyoruz.
Asya’dan Balkanlara değin uzanan ve bugün bazı güçler tarafından kendi içimizde oluşturulan kültürel birlikteliğimize kırmızı çizgi gibi bir takım söylemler nedeniyle sınırlarını açık ve de objektif olarak çizemediğimiz kültürel coğrafyamızın ortak özelliklerinden en önemlisi müziğimiz ve dolayısıyla çalgılarımızdır.
Birbiriyle büyük benzerlikler gösteren ve komşusal olarak ortak kullanımları görülen çalgılarımız, gerek şekil, gerekse kullanıldıkları müzikler açısından bu kültürel coğrafyada toplumsal hoş sadalar(*) yaratma özelliği konusunda ana kaynaklarımızdır. Fakat tıpkı bir yemekte olduğu gibi ortam, görünüm vs gibi sunum bilinçsizliği, onları ve icra edenlerini geleneksel taşra kimliğinden daha yukarılara taşıyamamaktadır. Oysa türlü tarihsel etkileşim ve eleklerden geçerek günümüze ulaşmış, her biri ayrı bir duyguyu anlatan müziklerimiz gerek yorum gerekse sunum ögelerinin gelişmemiş olmasından dolayı seslenim alanını genişletememektedir.
Bildiri konumuzu oluşturan çalgılarımız ta Batı Çin veya Doğu Türkistan, yani Uygur Özerk Bölgesi’den Orta Asya’ya, Orta Asya’dan Anadolu’ya, Anadolu’dan Kuzey Afrika ve Balkanlara değin zincirleme akrabalıklarla ülke ve yörelerinde kullanımları aktif olarak sürmekte olan çalgılardır. Birbirlerinden daha yeni yeni haberdar olmaya başlamışlardır. Bunların kimisi kullanıldıkları müziğin güncel gereklerine göre geliştirilmiş, kimileri de orijinal durumlarında bulunmaktadırlar. Koçkarca’dan, dombra’ya, dutar’a, bağlama’ya; kıl kopuzdan kemançeye, gıceke, kemençeye; cetigen veya yatugan’dan kanun’a, ud’tan, kobza’ya, balaban’dan mey’e zurna’dan obua’ya, doli’den davul’a, kös’den kudüm’e, deblek’ten darbuka’ya çalgılarımız ve dolayısıyla komşu coğrafya müziklerimiz bizleri birleştirecek ve yeni bir müzikal oluşuma temel sağlayacak önemli kültürel değerlerimizdir.
Böylesine önemli müzikal değerlerimiz, kendi ülke veya bölgelerinde bildiri konumuz bakış açısıyla adeta atıl bir biçimde geleneksel yaşamlarına mahkum edilmişlerdir. Tüm bu çalgıların orkestral anlamda bir bakış açısıyla değerlendirmeye ihtiyaçları bulunmaktadır.
Bu bakış açısı; yakın coğrafya içinde faaliyet gösteren müzik uğraşanlarından oluşturularak kurulacak ayrı bir değerlendirme komisyonunda tartışılmalı, hangi çalgıların asıl, hangilerinin renk çalgısı olarak kullanılabileceği, en azından temel olarak karara bağlanmalıdır.
Bu çalgılardan seçilerek oluşturulacak orkestral oturtum (Alm:besetzung), 20.yy Batı müziği tarihi gelişim sürecinde monotonlaşmaya başlamış “Batı Sinfonik Orkestrası” nın yeknesaklığına alternatif bir ses olacağı gibi, toplumlarımızın birbirine yakınlaşmasında da önemli işlevler üstlenebilecektir.
Günümüzde, ne gibi imkanlarının bulunduğunu kulak alışkanlığımızla tahmin edebileceğimiz Batı senfonik orkestrasının genel tınısı ve seslendirdiği müzikler, solo olarak bir Doğu çalgısının konçertosunun repertuarlarına katılması şeklinde söz konusu monotonluğu aşma çabalarında görünüyor olsa bile alt yapısı, artık ilginç olmayan mahdut bir hale gelmiştir.
Oysa yukarıda sınırlarını gösterdiğimiz coğrafyada yani Doğu Asya’dan Orta Doğu’ya, Küçük Asya’ya yani Anadolu’ya, Kuzey Afrika’ya ve Balkanlara bir ezgi şenliği bulunmaktadır.
Kültür Bakanlığı-HAKAD Sempozyumunda(1994) sunduğum “Türk Dünyası Orkestrası’na Giden Yola Bir Bakış” başlıklı bildirime şöyle başlamıştım:
“Belki şu anda bildiri konumun başlığı ütopik olarak algılanabilir. Ama neden olmasın? Hoca’nın dediği gibi: Ya tutarsa…” Ve Bu bildirimden altı yıl sonra T.C. Kültür Bakanlığı, Ankara Devlet Türk Dünyası Müziği Topluluğu kuruldu. İzmir’de ise sadece resmi adı var. Tabii ki bunları başlangıç olarak düşünmek gerek. Yoksa bu Toplulukların yaptıkları müziklerin orijinali zaten ilgili Türk Cumhuriyetlerinde yaşıyor.
Konumuz bakış açısının bizim Kültür Bakanlığı dahil olmak üzere, yakın coğrafya ülkelerimizin Kültür Bakanlıkları açısından henüz bilincine varılmış bir konu olduğu söylenemez. TRT’de henüz Türk Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını kazanmadan önce 1989-93 arasında hazırladığımız ve TRT 2 dahil, 14 yabancı dile çevrilerek Türkiye’nin Sesi Radyosu’nda yayınlanan “Geçmişten Günümüze Çalgılarımız” adlı programda yakın coğrafya ülkelerimizin çalgılarının sahada kaydedilmiş kayıtlarına yer veriyorduk. Bu programın 150 haftalık kaydından oluşan bir kaset setini zamanın Kırgızistan Kültür Bakanı’na İzmir’de takdim etmemize karşın bir teşekkür bile edilmediğini burada münhasıran belirtmek istiyorum. Konumuzun monotonlaşan geleneksel boyutu popülerleşen kültür hayatımızda yeni bir müzikal yapılanmaya ihtiyaç duymaktadır. Uykuya dalmış izlenimi edinilen bu ilginin uyandırılması gerekmektedir.
Günümüz geleneksel müziklerimizde Ağırlık sözlü müziklerde olduğu için belli bir ses sınırının dışına çıkılamamakta (insan ses genliği), çalgıların esas tınladıkları ses bölgesi dizek üzerinde dikkate alınmamakta, dolayısıyla da bunların tek tek veya beraber değerlendirilmeleri sonucunda ortaya çıkacak özel ses renkleri ve kullanım özellikleri (bas çalgı, sopran çalgı vb.) üzerinde durulmamaktadır. Besteler sadece ezgi ve söz dikkate alınarak, değişik çalgı kümelerinin değişik etkiler yaratabileceği düşünülmeden yazılmaktadır. Bir bestede tınının, oluşturulmak istenen etki üzerindeki rolü tartışılamayacak kadar açıktır.
Bir sorunun çözülebilmesi için bilindiği gibi önce ihtiyacın ortaya çıkması gerekir. Sorun aynı zamanda yeterli ve gerekli eğitimi almış, orkestral bilinç açısından deneysel çalışmalara kapalı, çalgısının tüm olanaklarından yararlanmasını bilen çalıcıların az oluşundan kaynaklanmaktadır.
Yerleşmiş bir orkestranın gerçekleşebilmesinde çalgılama ve orkestralamanın önemi büyüktür. Bunun için kalıplaşmış bir çalgı kümesinin varolması, yakın coğrafyamızda Batı Senfoni orkestrasına alternatif olarak oluşturacağımız yeni orkestra ve müziğimizde, bir bestenin seslendirilebilmesi için birbirinin tıpkısı ya da en azından benzeri koşulların bulunması gerekmektedir. Bugün Türkiye’de Asya ve Kuzey Afrika kültürlerinde bir orkestra oluşumu için gerekli çalgıların bulunmasına karşın bu müziklerde görev yapan orkestra bilincine sahip, geleneksellikle ilerleme arasındaki farkı anlayamayan müzik adamları yüzünden böyle bir aşama henüz gerçekleşememiştir. Bu arada ilgili çalışmaları yapıp da sesini duyuramayan sanatçıları takdirle anmadan geçemeyeceğim. Yakın coğrafyamızda icra-i sanat eyleyen bu kişilerin belirlenmesi hususu, bildirimizin ana temasının değerlendirileceği ayrı bir toplantıya gereksinim duymaktadır ki bu toplantının gerekliliğine özel bir vurgu yapmak istiyorum.
Çalgılarımızın her açıdan yeterli düzeye gelmesi bir anlamda onu kullanan sanatçı ve besteciye bağladır. Daha sonra sıra bir çalgı kümesinin diğer bir çalgı kümesiyle karşılaştırılmasına, birlikte kullanımlarının yarar ve sakıncalarının incelenmesine gelecektir. Belli bir fikre sahip olmak için doğaldır ki uygulamasının yapılarak sonuçlarının görülmesi ve değerlendirilmesi gerekir. Öncelikle kendi çalgılarımızın tek başına veya değişik birkaç çalgı veya aynı çalgılardan birleşme kümelerin tınıları hakkında daha ileri bir kullanım açısından tecrübelere dayalı sonuçlar çıkarmalıyız ki yerleşmiş orkestramızı kurabilelim.
Oluşturulması düşünülen orkestrada çalgı seçimi rast gele değil, bu iş üzerinde kafa yoran besteci, sanatçı ve araştırmacılarımızın çoğalmasıyla ortaya çıkan fikirler ışığında netleşecektir.
Orkestra içinde yer alacak çalgıların ses renklerinin tasvir edilmesi, ses genliği, bu çalgıların tek tek veya grup halinde, oluşturulacak orkestranın genel ses genliğinin hangi bölgesinde bulunduğu, çalgının özel ses bölgelerinin tanımlanması ve bu bölgelerin hangi duygu anlatımları için nasıl kullanılabileceği gibi konular denemeler yoluyla netleşecektir. Başlarda gerek devletler, gerekse özel kuruluşlar aracılığı desteğinde ısmarlama yöntemiyle oluşturulacak ana repertuar, arkasından gelecek örneklere, uygulamalara da hem ölçüt oluşturma, hem de iletişimin dakikaya dönüştüğü dünyamızda serbest müzik kültürü borsası açısından yol gösterici olabilecektir.
Batı Orkestrası ağırlık olarak süreğen ses veren çalgılardan oluşurken sözünü ettiğimiz çalışma alanımız çalgıları daha çok mızraplı ve çekmeli yani ditmeli çalgılardan meydana gelmektedir. Yakın coğrafyamızda aktif olarak kullanılan birçok çalgının da orkestra kullanımı için gelişmeye ihtiyaç duyduğu gözlenmektedir. Gelişme sonunda tınının lezzetinde tabii ki az da olsa kayıplar olabilecektir. İşte bu ditmeli, mızraplı veya çekmeli ne dersek diyelim, söz konusu çalgıların çokluğu, bunların orkestramız içindeki önemini ortaya koymaktadır. Mızraplı ve çekmeli çalgıların tınısı kısa ötümlüdür. Zaten Batı senfoni orkestrasından bu nedenle dışlanmışlardır.
Yakın coğrafya müziklerimizde dikkati çeken diğer bir konu da çalgı grubu oluşumunda çalgıların volümlerinin dikkate alınmamasıdır. Örneğin kaç kanuna veya bağlamaya kaç keman veya kemençenin denk geleceği gibi balans sorunlarının yanında, hangi geleneksel çalgılarımızın orkestra içinde “asıl çalgı”, hangilerinin ise “renk çalgısı” olarak iş göreceği gibi konular uygulamalar sonucunda belirginleşecektir. Yakın coğrafya müziklerinde ön planda kullanılan çalgılardan şemasal ve oturtum olarak bir orkestra şablonu çizmek tabii ki mümkündür. Ama kağıt üstünde gerçekleştirilmiş bir orkestra yerine , ulaşılması amaçlanan tını birlikteliğinde iyi düşünülmüş olası bir orkestra veya orkestralar üzerinde denemeler yapmak daha yerinde olacaktır. Çünkü bu konu başlı başına bir simpozyumu içerecek kadar geniş ve hassas bir konudur.
Gelenekselliği hala aşamamış olmamız, çalgı gelişimimizin önünde büyük bir sorun olarak durmaktadır. Peki gelenekseli ne zaman aşacağız? Açıkça söylemek gerekirse gelenekseli artık belgeleyip temel öge olarak kullanmalıyız. Gelenekseli koruma uğruna gelişmeye izin vermeyen mantık dönemi artık geçmiş olmalıdır. Geleneksel tabii ki değerlidir, özümüzdür ama gelenekseli hepten yitirmeden özde korumanın ışığında beliren sorunları çözmenin yolların aranmalıdır. Amacımız geleneğimizi yok etmek değil, yeni bir gelenek yaratmaktır.
(*) İCANAS parolasında: (“Dünyanın bu gergin ortamı karşısında bilim, sanat ve spor alanlarının yumuşatıcı, yaklaştırıcı ve barış içinde bir arada yaşatıcı gücünden yararlanılmasına, her zamankinden daha fazla ihtiyaç duymaktayız.”) şeklinde dile getirilmiştir.
(**)İCANAS 38, Ankara, 10-15 Eylül 2007, Müzik Seksiyonunda bildiri olarak sunulmuştur.