Darwin Dönemecinde Kemençe Çıkmazı… Erhan Bayram
Toplam Okunma: 4934 | En Son Okunma: 20.11.2024 - 20:13
Fatih Camii’ndeki az sayıdaki insan, 29 Temmuz 1916 da vefat eden dahi bir virtüözü uğurluyor (Cemil, 2002).” Ne acılı bir gün. Onun Klasik kemençe tavrı üzerine getirdiği birçok yenilik, annelerimizin vitrinde üstlerine danteller örtmesi gibi, üstleri örtülerek, ısrarla tozları alınmadan “bugün bile yeni” olan özelliklerini koruyarak bekliyor, bekletiliyor!
“Gökler geri alıyor yeryüzünden sesini.
Şimdi geniş alnından ebedin gölgesi var!
Başında ağlayanlar, sonuncu bestesini,
Ağır ağır kapanan gözlerinden duydular!..” Nazım Hikmet’ in dizeleri ile uğurlanıyor Cemil Bey…
Her ne kadar Klasik Kemençe ile ilgili birçok yazı, Kemençenin kelime anlamı ve tarihi ile veya Cemil Bey’in “hocam” dediği Vasilaki ile başlasa da, ben yazıma Tanburi Cemil bey’ in ölümü ile başlıyorum.
“Fatih Camii’ndeki az sayıdaki insan, 29 Temmuz 1916 da vefat eden dahi bir virtüözü uğurluyor (Cemil, 2002).” Ne acılı bir gün. Bir dahi; bilindiği üzere diğer tüm dahiler gibi, “erken” zamanda varlıklarından bizleri mahrum bırakıyorlar. Onun Klasik kemençe tavrı üzerine getirdiği birçok yenilik, annelerimizin vitrinde üstlerine danteller örtmesi gibi, üstleri örtülerek, ısrarla tozları alınmadan “bu gün bile yeni” olan özelliklerini koruyarak bekliyor, bekletiliyor! Ne kadar şanslıyız ki, her açıdan oldukça zor olan klasik kemençe, Cemil Bey tarafından azâd edildi. O, bu enstrümanın “çalınabilineceği”ni gösterdi. Nerden bilebilirdi ki, bu gün Klasik Kemençe; “popüler kültürün hegemonyası altındaki halkın, farkında olmadan ona boyun eğmesi ve o kültürün bir ürünü ve aynı zamanda bir besini olması (Erol, 2005)” gibi, yavaş yavaş kemirileceğini?
Ayrıntılara geçmeden önce, Klasik Kemençenin yapısı hakkında kısa birkaç bilgi vermekte yarar var: Dikey olarak kesilmiş bir armudu andıran Klasik Kemençe, bol ahenk akorduna göre akortlanan telleri pesten tize doğru Yegah – Rast – Neva olarak sıralanır. Yegah ve Neva tel boyları eşit, Rast teli diğer tellere oranla 1 tam ses daha uzundur, dolayısıyla telleri “asimetrik” sıralanmıştır. (Musikimizde çok değerli, yeri doldurulamaz bir besteci ve usta bir icracı olan Tanburi Cemil Bey, tamburdan sonra eline aldığı “asimetrik” tel boylarına sahip Klasik Kemençe’ de dünyada kimseye nasip olmamış bir muvaffakiyete sahip olmuştur. Tanbur’u Klasik Kemençe yayı ile çalmayı denedikten sonra da yaylı tanbur’u icat eden bu büyük dahi, elbette Klasik Kemençe’de farklı denemelerde bulunmuştur !)
Klasik Kemençe ilk kez İstanbul’da kullanılmaya başlandığında, gerek Türk Musikisi’nin icra tarzı, gerekse Türk Musikisinde kullanılan enstrümanların fiziksel özellikleri, Klasik kemençe’nin icrasında ve fiziksel değişimde büyük rol oynamıştır. En önemli değişim telleridir. Rum kökenli olan bu çalgının telleri değişmiş, daha çok folklorik tonu olan metalik teller yerine bağırsak teller tercih edilmiştir. (Günümüzde bağırsak tellerin kullanımı zor, değeri yüksek, kısa ömürlü, bulunması seyrek ve yapısal olarak oldukça nazik olduğundan, bağırsak tellere nazaran daha kolay çalınan, daha ucuz ve uzun ömürlü olan plastik “petrol ürünü” tellerin kullanımı daha yaygındır. Kuşkusuz Klasik kemençenin eşsiz tonunu oluşturan ve aktaran teller, bağırsak tellerdir.) Ancak Klasik kemençe üzerinde fiziksel yapısının dışında, Rum Kemençesinden kalan bir başka miras da yegâh telidir. Yegah teli, teller değiştirilmeden önceki hali ile yine metalik olarak kullanılmaktadır. Günümüzde en çok tercih edilen Yegah telleri, sentetik bir tel üzerine yapılmış (Alüminyum sargılı) sarmal ya da çok ince bir bağırsak telin üzerine yapılmış sarmal tellerdir. “Ortalama bir kemençe boyu 410 mm’dir. Eni, 145, sap kalınlığı 31, tekne derinliği 35 mm’dir. Bu ölçüler, Baron kemençe olarak adlandırılan kalıp ölçüleridir (Tanrıkorur, 1986).” Son zamanlarda genellikle imal edilen kemençe kalıbı Baron kemençedir. Tarihten bu yana kemençe yapımı belli başlı üç yapımcı tarafından sağlanmıştır. Bunlar; Baron, Küçük İzmitli ve Büyük İzmitlidir. Kısaca tarif etmek gerekirse, Baron kemençenin yapısı daha ağırbaşlı, sade ve sakin, İzmitli kemençelerinin yapıları ise daha nazik, görkemli ve süslemelidir. Klasik kemençenin küçük yapısının dışında boyundan büyük marifetler sergilemesi elbette onu bir “gözbebeği” kavramı içine gizlemektedir. Bu nedenledir ki, kemençe yapısının oturmasından bu yana, kemençe üzerinde adeta bir süsleme yarışmasına girişilmiştir. Bir birinden değerli, güzel süslemeler klasik kemençe üzerinde yer kapma yarışına girmişlerdir. Genellikle tercih edilen fildişi ve sedef süslemeler nedeni ile kemençenin kulağa hitap etmesinin yanında göze de itap etmesi kaçınılmazdır. Ancak bu güzel tabirlerin yanında Tanburi Cemil Bey’in “demir leblebi” benzetmesini unutmamak gerekmektedir, zira yapılan bu tatlandırıcı tanım onun cazibesine kapılmanın belki de ne kadar tehlikeli olduğunu sezdirmektedir. Klasik Kemençe oldukça cazibeli ve çekici, beklenmediği kadar marifetli, “görülmediği gibi” tehlikeli, duyulduğu kadarıyla çok duygulu, içten, bazen hırçın bazen nazik, sanıldığının aksine “zor”dan biraz daha zor bir enstrümandır.
—Klasik Kemençe ile ilgili bu genel tanımlamalardan sonra, seyir halinde olduğumuz Türk Müziği yollarında, yazının temel fikri olarak ilk önce Darwin dönemecine gireceğiz, daha sonra Klasik Kemençe çıkmazına sapacağız.-
DARWİN DÖNEMECİ
Klasik Kemençe’nin, bir İngiliz doğa bilimci olan Charles R. Darwin ile ne gibi bir kesişmesi söz konusu olabilir? Cevap; Klasik kemençe, günümüze kadar geçirdiği evrimlerden sonra “değişik ortamlara uyum sağlamak amacı” ile değişimi, “gelişimi” ve terminolojiye kattığı yeni isimlerin yarattığı karışıklık ve ağırlık.
Charles R. Darwin, bilim dünyasında genel bir kabul gören “canlıların ve türlerin doğal seçilim yolu ile ortak bir kökenden evrimleşerek ortaya çıktığını savunması ve bir canlının değişik ortamlara uyumu sonucunda değişik türlerin oluşması (Darwin, 1859)” kuramıyla evrim teorisini geliştirmiştir. “Darwin dönemeci”nde, Darwin’nin evrim teorisi kavramı, anlatılmak istenen konu için bir benzetme olmuştur. Klasik kemençe’nin geçirdiği evrim ve beraberinde ge(rek)tirdiği terminoloji karmaşası, Klasik kemençe ve Türk Müziği ve hatta “Müzik” ile herhangi bir yakınlığı olmayan Darwin ya da onun evrim teorisi ile “türlerin değişik ortamlara ayak uydurması sonucu ortaya çıkan yeni türler” kavramı benzerlik göstermektedir. Bu benzerlik, her ne kadar apayrı boyutlarda ve apayrı kültürlerde bulunsalar bile, kuramsal açıdan bakıldığında, kanımca; sistematik bir ideolojinin ortak paydalarıdır.
Darwin’in kuramını bir kalıp düşünce, görüş veya tez olarak ele alırsak, hayatımızda karşılaştığımız birçok zamansal gelişim örnekleri, bu kuramın öngördüğü nitelikleri ve nicelikleri barındırmaktadır. Örnekler vermek gerekirse; anatomi alanında savunulan ve kabul edilen bu görüş, çok uç noktalarda aranmayı gerektirmeyecek kadar yakındır insanlara. Sözgelimi insan, bulunduğu coğrafyaya milyonlarca yıldır uyum sağlamış ve halen uyum sağlayıp hayatını devam ettiren sosyal bir varlıktır. Kuzey de, oldukça soğuk bölgelerde yaşayan insanlar soğuğa alışık durumda olurlar ve vücutları bu doğal yaptırıma uyum sağlamış konumdadır. Aynı şekilde, Afrika’da, sıcaklığın yüksek olduğu bölgeler de yaşayan insanların soğuk bölgelerde karşılaşacağı zorluklar şüphe götürmez bir gerçektir. Ancak, asıl teori bitkiler üzerinedir ve konuya bu mantık çerçevesinde bakıldığında, aslında herhangi bir farklılık görülmemektedir.
Aslında oldukça birbirine yakın bu örnekler “uyum sağlama” görüşü çerçevesinden bakıldığında belirginleşmektedir. Bu bağlamda, Klasik kemençe ve Darwin kuramı’nın birbirine olan yakınlığı bu tür bir yaklaşımla açıklanabilir. Darwin dönemeci ise bu yaklaşımın anatomi biliminden, müzikal dünyadaki nesnelerin, öğelerin ve düşüncelerin kavramsal ve düşünsel kulvarına yönelimi simgeler.
KLASİK KEMENÇE ÇIKMAZI
Yanyalı Ferik Mustafa Paşa’nın oğlu olan Mahmud Demirhan Bey’in Cemil Bey’e yolladığı bir mektupta böyle yazmaktadır;
“Çok zevkle ve severek çalardı, başka bir renk ve tavır halketmişti. Bir zamanlar, hemen hemen, tanburu bırakmıştı, kemençeyi elinden düşürmezdi, o kadar düşkündü. Çaldığım zamanlar ben, kemençeye ( yegah kirişi tarafına bir parça ilavesiyle ) dördüncü bir kaba rast kirişi koymuştum; yine olmadı. Sonra Cemil de bu tarzda daha büyük cesametde bir kemençe yaptırdı, o da olmadı. Kemençenin o tatlı ve yakıcı sesi kayboldu.”
Mektupta da belirtildiği gibi; Kemençe’de, (4.telin, Kemençe’de ki “gerekliliğini” vurgulamak amacı ile…) “büyük bir eksikliğin tespiti ve lüzumlu bir ihtiyacın açık ifadesidir (Kaygusuz, 2000)” gibi söylemlerin, gerçek dışılığın ötesinde bir düşünce anlayışı olduğu açıkça belirmektedir.
Klasik Kemençe’nin 1922’de 4.teline “kavuşması” gerçekleşmiş ve Darwin dönemecine bağlı olan “Kemençe Yolu” bir çıkmaz niteliği kazanmıştır. Bu düşünce yönteminde vurgu, Kemençe’nin 4. telden sonra terminolojiye yüklediği veya kattığı yeni deyimler ve bu deyimlerin yarattığı karmaşık anlam dünyası. 100 yıl önce Kemençe’nin kaç ismi vardı? Bu gün kaç? Kimi kesimlere göre iki Kemençe ( 4.telli ve 3.telli ) aynı sınıfta ve kavramsal çerçevede düşünülebiliyorsa, neden ikisi farklı adlandırılıyor? Yeniden gündeme getirilip bir ihtilal ile yerleştirilen 4. telin, Kemençe’nin kavram dünyasında oluşturduğu isim kombinasyonları, Kemençenin; “ortamlara ayak uydurma ve bunun sonucunda yeni türlerin ortaya çıkması” tezinden yola çıkılan dönemecin “çıkmaz” bir yönünü temsil etmesi Klasik Kemençe çıkmazının temel düşünce başlangıcıdır.
İstanbul’da Kemençe’nin doğuşu ile birlikte, genel hatları itibari ile Kemençe’nin 3 ismi mevcuttu. Bu üç isimin ikisi Rumlar tarafından sıkça kullanılıyor, diğeri ise Türkler tarafından kullanılıyordu. Rumların, İstanbul’da ki Kemençe’ye verdikleri isimler, Politiki Kemençe ve İstanbul Kemençesi idi ve halen her iki Kemençe türü için kullanılmaktadır. Diğer isim ise Türklerin kullana geldikleri “Kemençe” ismidir. Çıkmazın yapımını sağlayan isim kombinasyonları, 4 telli Kemençenin “topluma” kabul ettirilmesi ve fiilen kullanılmaya başlanması ile yaygınlaşmaya başlamış, terminolojiye değer katmıştır.
Çıkmazdan Önce:
*Kemençe: genel anlamı ile hem Kemençe ailesini temsil etmektedir hem de yaklaşık 100 yıl önce İstanbul’da kullanılan, Rumların İstanbul kemençesi (Politiki kemençe ) olarak bildiği ve Cemil Bey’in geliştirme aşamasına gelip 4. tel denemelerinden sonra bundan vazgeçip öteden beri kullandığı kemençedir.
Çıkmazdan Sonra:
*Kemençe: Yine Kemençe ailesinin genel ismi olmaya devam etti.
*3 Telli Kemençe: Değişime uğrayan kemençe’nin yani orijinal olan 4.tel takılan kemençenin ismidir. 4 telli kemençeden ayırmak için, “3 telli” ifadesinin “işgüzarlıkla” kabullendirildiği isimdir. Bir başka açıdan bakıldığında aslında bu isim gerçekte Türk Müziğinde kullanılan kemençeyi ifade etmekte yetersiz kalmaktadır. Çünkü Karadeniz kemençesi, Bulgar kemençesi (Gadulka ), bazı Yunan kemençeleri zaten 3 tellidir.
*Klasik Kemençe (1): 4. telin takılmasından sonra başlayan “klasiklik” tartışmasının doğurduğu isimdir. Bu tartışma eskiden beri yapısını korumuş kemençe’nin, yeni oluşturulan 4 telli kemençe’den ayrı tutulması amaçlı ve ondan daha klasik olduğunun; aslında var olan kemençe anlam dünyasında klasik olan yani “eski”,”orijinal” anlamında olan kavrama sahip olduğunu belirtir. “Klasik kemençe (1)” olarak belirtilmiştir çünkü, “Klasiklik” tartışmasına neden olan 4 telli kemençe de kimi taraflar bünyesinde klasik kemençe olarak anılmaktadır ve ileride bu klasik kemençe (2) olarak belirtilecektir.
*3 Telli Klasik kemençe: “Klasiklik” düşünseli çerçevesinde, “işgüzarlığın” da egemen olduğu, ortada iki tane klasik kemençe varmış gibi gösterip ikisini birbirinden ayırmak için ismin başına getirilen, “3 tele sahip olan” ve aynı zamanda “Klasik” olan kemençe ismidir.
*4 Telli Kemençe: Yine 3 telli Kemençe tanımında olduğu gibi küçük bir anlam karmaşasına yol açabilecek bir isimdir, ancak bunun yanında, Türk Müziğinde; Klasik kemençe’nin değişime uğradıktan sonraki, 4. telin takılmasından sonraki ismidir.
*Klasik Kemençe (2): “Klasiklik” anlayışının 4 telli Kemençe’ ye uygulanması ile ortaya çıkan isimdir. 4 telli Kemençe kimi çevreler tarafından, Klasik kemençe olarak görülmektedir ve anılmaktadır. Bu bağlamda, bakıldığında aslında her iki kemençe için “Klasik” tanımı kullanılmaktadır. Ancak şu nokta göz önünde tutulmalıdır ki var olan bir Kemençenin isminin önüne getirilen “Klasik ” sıfatı, onu diğerinden belli bir düşünce savunumu ile ayırmak amaçlıdır, bunun sonucunda, 4 telli kemençenin, (2) Klasik kemençe ismi ile anılması bu mantık çerçevesinde çelişki yaratmaktadır.
*4 Telli Klasik Kemençe: Yukarı da belirtilen, iki Kemençe için kullanılan Klasiklik sıfatı, kendi içinde yarattığı çelişkiyi bu tanımda göstermektedir. 4 telli kemençe için kullanılan isimlerin değişik bir türevidir ancak, diğerlerinden pek bir farkı olduğu söylenemez. 4 telli klasik kemençe tanımı da, klasik kemençe olduğu düşüncesinin yanı sıra, 4. telinin mevcut olduğunu belirtmek için kullanılan bir isimdir.
SONUÇ
Görüldüğü gibi, klasik kemençeye 4. telin takılması ve bunu akademikleştirme çalışmalarının, terminolojik ve “duygusal” anlamda yarattığı çıkmaz ortadadır. Darwin teorisinin temel alındığı bu düşünce de, var olan bir türün değişik ortamlara ayak uydurma sürecinde farklılık, elbette beraberinde terminolojik bir gereklilik sunmaktadır. Bu gereklilik ise, onu tanımlayacak bir isimdir. Eğer bir tür farklı ise o türe farklı isim konulması ve kullanılması en uygun olanıdır. Öteden beri var olanın, yüksek değerlerini ısrarla veya zorla hiçe sayarak yenisine empoze etmek sanatın yanı sıra, enstrümanın kendisine haksızlıktır! Çıkmazın yarattığı karışıklığın genel hatlarının yanında, terminolojiye kattığı isimlerin ve bu mantalitenin ağırlıkla sorgulandığı bu yazıyı bitirirken, kemençe üstadı Cemil Bey’in hayatındaki bir anıyla bitirmek istiyorum. Cemil Bey, çaldığı veya elinden geçen enstrümanların yanı sıra, Kemençe’ ye daha farklı bir önem vermiştir. Onu da diğer enstrümanları gibi geliştirme çabası içerisinde zaman zaman kullanmıştır. Kimi zaman Cemil Bey’in Kemençeyi akşam ezanından, Sahur vaktine kadar çalıştığı söylenir.
Üzerinde bu kadar çalıştığı enstrümanını, en sonunda “demir leblebi” diye tanımlaması, kemençenin zorluğunu açıkça belirtmektedir. Ancak bu zorluk onun kolaylaştırılması gerekliliğini ifade etmemelidir. Her ne kadar onun bu kadar zor olduğunu belirtmekten çekinmese de, Cemil Bey kemençe üzerinde yaptığı denemelerin sonunda, tekrar enstrümanın özünde karar kılmış, kendisinden bu güne kalan en önemli eserlerinden olan taksimlerini, klasik kemençe ile icra edip plaklara doldurmuştur. Amerika’ya kadar giden bu plaklar, inanılmaz zor olan, ancak, eşsiz bir ses yapısına sahip olan Klasik Kemençemizi barındırmaktadır. Klasik Kemençenin o büyülü, eşsiz sesi, “zorluğunda” saklıdır. Sanatta ve Müzikte, bu zorluğu yenmedeki sabrı gösterenler ancak muvaffak olabilmişlerdir.
____________________________________
KAYNAKÇA
CEMİL, M. (2002), “ Tambur-i Cemil Bey’in Hayatı”, Kubbealtı Neşriyatı.
DARWIN, C. R. (1859), “The Origin of Species”, Jonh Murray, Albemarle Street, London.
EROL, A. (2005), “Popüler Müziği Anlamak”, Bağlam Yayınları.
KAYGUSUZ, N. (2002), “Gelişen Sazlarımız İçinde Kemençe”, Müzikte 2000 Sempozyumu.
TANRIKORUR, Ç. (1986; akt: Rauf Yekta Bey, 1986). “Kemençe”, Aksiyon Dergisi.