Hoca Cahit Gözkan (1909-1999)… Cemil Altınbilek
Toplam Okunma: 6739 | En Son Okunma: 22.11.2024 - 01:33
…Cerrahpaşa’daki Konakta Alaattin Yavaşça’nın daha genç bir hekim iken müdavimi olduğu fasıl geceleri, yarım asır sonra da Devlet Korosu mensuplarının iştiraki ile devam ede gelmiştir. Fasıl akşamı diye adlandırılan bu musiki toplantılarına gelen zevatı saymak için yaşadığı dönemdeki hemen, hemen tüm isimleri saymak mümkün olamayacağı için, 1979 –1999 tarihleri arasında katıldığımız yirmi yıllık dönemde hatıratımıza nakşeden birkaç sahneyi resmetmekle yetineceğiz…
HOCA CAHİT GÖZKAN * (1909–1999)
Türk Musikisindeki müktesebatı ve hizmetleri sebebiyle, sadece müdavimlerinin değil, her tanıyanının Hoca diye hitap ettiği Hüseyin Cahit Gözkan bir vesile ile;
“1909 senesinde İstanbul, Fatih’te musiki toplantılarının eksik olmadığı bir konakta dünyaya geldiğini, bu toplantılara zamanın önemli musiki inanışlarından Tanburi Selahattin, Udi Muzaffer, Hanende Emin, Hanende Nuri Beylerin ve Udi Nevres Bey’in devam ettiğini, kendisinin de bu musiki alemlerine uzak kalmayıp on yaşlarında ud ve keman çalmaya ve klasik musiki eserlerine kulak vermeye başladığını, o sırada rahmetli olan ve Nevres Bey’ den ud meşk eden babası Mehmet Halit Bey’ in usul ve metodu ile yine babasının talebesi olan yengesi ile çalışmasını devam ettirdiğini”
anlatmıştır.
Bilahare , bir meşk arası sohbetinde her zaman övgü ile yadettiği Hocası Ahmet Mükerrem Akıncı ile karşılaşmasını şöyle hikaye etmiştir. 1923 de 13 yaşlarında iken elinde notarla meşgul olduğu bir mecliste karşılaştığı Ahmet Mükerrem Akıncı’nın “evladım sen bana meşke gelirmisin?” daveti üzerine başlayan Hoca-Talebe ilişkisi 1940 da Hoca Akıncı’nın vefatına kadar adeta ailenin de bir ferdi gibi devam eder.
Hoca Ahmet Mükerrem Akıncı’ nın yirmi yıllık musiki iktisabına rağmen Hocası, Enderun’da meşhur Latif Ağa’nın Talebesi olarak temayüz etmiş, Beykozlu Kanuni Mehmet Bey’i tanımasıyla bilgisinin sıfıra düştüğünü anlayıp, on beş yıl tedrisat rahlesine oturduğu ve “ölürsem gözüm açık gitmez. Zira musikide ikinci bir Mehmet yetiştirdim” iltifatına mazhar olduğu gibi; H. Cahit Gözkan’ da musiki muhitlerinde Hocasının “bu evladım için terk safhasına geldiğim musikiye tekrar sarıldım.” İltifatına sık sık mazhar olmuştur.
Hoca Ahmet Mükerrem Akıncı’nın evinde oğulları Yekta, Muhiddin ve Bekir’ in de sazlarıyla iştirak ettikleri haftalık fasıllar önceden Hoca-Talebe arasında özel meşklerde ezber derecesinde geçilir, fasıl akşamı önceleri ud çalan , fakat ilerleyen dönemlerde udu tamamen talebesi Cahit Gözkan’a teslim eden, Hoca Ahmet Mükerrem Akıncı, davudi sesi ve elde defiyle faslı idare eder , ara taksimlerini de bir baş işaretiyle Udi Cahit Gözkan ’a verir. Böylece, ileride taksim musikisinde emsalsiz olacak Cahit Gözkan’ a sabaha karşı “horozlar ötünceye kadar” süren çalışmasının semeresini görme fırsatı düşerdi.
Bir defasında, müdavimlerden müzikolog Laika Karabey’ in de bulunduğu bir meşk sırasında, musikimizde makamların teşkilinde koma hesabına dayalı Arel-Ezgi metodu mevzubahis olduğunda, Hoca; bu sistemi eleştirmemekle birlikte, musikimizin makam ve usule dayalı ve de perde mefhumunu esas alan bir yapısı bulunduğunu da tebarüz ettirerek, Hoca’sıyla olan çalışmalarında; “bir tespih dizisi gibi” musikimizdeki perdelerin ve bu perdelere tekabül eden makamları tetkik ettiklerini ve yine Hoca tarafından seçilmiş Eserlerin geçilip, özümsenmesiyle, Musiki İlmine vakıf olunabileceğini anlatmıştı.
Klasik musikiye vukufu kadar Hafız lakabıyla da maruf Hoca Ahmet Mükerrem Akıncı’ dan dini musiki formlarını da geçmiş olan Hoca Cahit Gözkan bu sahada da pek çok kişiye bu birikiminden aktarmıştır. Hatta zaman, zaman tesadüf ettiğimiz Hafız Kemal Tezergil’ in elli yılı aşkın süredir kendisine devam etmesini, muzip bir üslupla “ yeni talebem, elli senelik “ diye takdim ettiğini hatırlarız.
Hocanın dini musikiye ünsiyetinde aynı zamanda kayınbiraderi ve iş orağı olan, cam ticaretiyle meşgul oldukları için camcı lakabıyla da tanınan, “Ey Allah’ım beni senden ayırma” mısraı ile başlayan segah ilahinin bestekarı Hulusi Gökmenli Bey ile can dostluklarının tesiri büyüktür. Nazari musiki bilgisi olmamasına rağmen tabii bir istidat ve zengin kulak dolgunluğu ile gazel-kaside nevindeki serbest eser icrasında zamanın önemli hafızları içinde yer almış Hulusi Bey ile Cahit Hoca’ nın saz ile söz atışmalı icraları senelerce aktarılacak musiki hatıratı içinde yer almıştır.
Yine bu iki gönüldaş kafa kafaya verip kâh Dede Efendinin Rast Kar ı Natık’ını aslına en yakın haliyle tespit etmek için semt semt İstanbul’un eski mevlevilerini arayıp, bulduklarını kaydetmişler, kah memleketin bütün vilayetlerini gezerek kendisi de adeta bir evliya safiyetinde olan Hulusi Bey’in iz sürmesiyle gelmiş-geçmiş evliya makamların ziyaret etmişler, bazen durup Kütahya’da havuz başında Neyzen Ahmet Yakupoğlu Bey’in demlerini dinlemişler, bazen de Hocanın yanından eksik etmediği seyahat uduyla sabaha karışı öten bülbüllerle halleşmişlerdir.
Bu iki yol dostuna böylesine bir enerji ve coşkuyu yükleyen kaynakların başında sohbet ve muhabbet halkasına dâhil oldukları zamanın Nakşî Şeyhi Küçük Hüseyin Efendi ile bilahare onun dünyadaki yerini dolduran Mahmut Efendi’yi anmadan edemeyiz.
Cahit Hocanın, Hocası Hafız Ahmet Mükerrem Akıncı’nın evinde yapılan mutat fasıllardan önce veya hemen sonra ezberinde olan fasılları huzurunda hem çalıp hem okuduğu, Mahmut Efendi “yaktın beni evladım “ diyerek ceketini çıkarır, hürmet ettiği büyüğünün böyle mest olduğunu gören Hoca, aşkının, şevkinin, nasıl artığını hususi meşklerimizde usulca, yalnız birkaç talebesine anlatırdı.
Ömrü boyunca yaşadığı Nakşi neşvesi , Hocayı aynı zamanda , şiir, edebiyat ve tasavvuf zengini nüktedan bir hatip ve bir hoşgörü abidesi haline getirdiği gibi, 1950 yi izleyen yıllarda
Konya’da başlayan Mevlevi ihtifallerinde Saadettin Heper, Halil Can, Halil Dikmen, Niyazi Sayın, Hopçu Şakir Güler, Kani Karaca ve Hulusi Gökmenli ile birlikte Mevlevi ayinlerinin müzisyen bir heyet tarafından geçilip hazırlanmasında öncü ve öğretici olmasına ve Sema merasimlerinin açılış taksimlerini Rebap ile yapan baş sazendeleri arasında yer almasına mani olmamış, bilakis müzisyen olarak Sema gösterileri ve Mevlevi ayinlerinin yeniden icrasında hizmeti olmaktan duyduğu hazzı her fırsatta ifade etmiştir.
Klasik musikimize vukufu ve ud icrasındaki ustalığıyla maruf olan Hoca, unutulmak üzere olan Rebab sazını icra etmesi yanında, klasik kemençe, keman ve tambur sazlarını da ileri derecede icra ederdi. Rebab sazında talebeleri Nezih Uzel ve Şeref Aydemir olup, Dinçer Dalkılıç’a da Rebab sazının yeniden imali ve icrası ile ilgili kritik çalışmaları olmuştur.
Ancak , Hoca’nın musiki hayatına en önemli hizmeti, 1940 yılında vefat eden Hocası Ahmet Mükerrem Akıncı’ya tevarüssen evini açarak devam ettirdiği haftalık fasıllardır. Bu fasıllar 1999 yılında Hoca’nın vefatını kadar, yaklaşık altmış sene sürmüştür.
Bu fasıllarda, genciyle, yaşlısıyla yirminci asrın bütün musiki erbabı bir araya gelmiş, eğitim ve iletişim imkanı bulunmayan, en zor ve yasaklı dönemler dâhil olmak üzere musikimiz en üst seviyede icra zemini bulurken, nesiller arası alış veriş de temin edilmiştir. Cerrahpaşa’daki Konakta Alaattin Yavaşça’nın daha genç bir hekim iken müdavimi olduğu fasıl geceleri, yarım asır sonra da Devlet Korosu mensuplarının iştiraki ile devam ede gelmiştir.
Fasıl akşamı diye adlandırılan bu musiki toplantılarına gelen zevatı saymak için yaşadığı dönemdeki hemen, hemen tüm isimleri saymak mümkün olamayacağı için, 1979 –1999 tarihleri arasında katıldığımız yirmi yıllık dönemde hatıratımıza nakşeden birkaç sahneyi resmetmekle yetineceğiz.
Fasıl, Fatih ve Cerrahpaşa’ da ki ikametlerinden sonra, Kadıköy Çiftehavuzlar’ da önündeki çamları Bozkurt sokağına eğilmiş bahçeli müstakil evin , duvarları tamamen nadide hat levhaları ile bezenmiş ve sadece musiki ile ibadete tahsis edilmiş odasında yapılır, çoğu zamanda bu emsali az bulunur hat koleksiyonundaki ,mısralar, beyitler, kelamı kibarlar, hadisler, ayetler musiki arasında yapılan sohbetlere de bahis açardı.
Sazendeler toplandığında musiki, çoğu zaman Tanburi Cemil Bey’ in Mahur Peşrevi’nin coşkusu ile başlar, saz semaileri ile devam eden ilk bölümde sazlar ısınır, akortların oturması beklenirdi. Bu bölümde yine nota açmadan ezbere olarak Cemil Bey’ in Muhayyer, ferahfeza ve şedaraban peşrev ve saz semaileri ile Kemani Rıza Efendinin Tahirbuselik peşrev ve saz semaileri, Udi Nevres Bey’ in Hüzzam, Sedat Bey’ in Evç, Gavsi Baykara’ nın Acemaşiran, Sedat Bey-Fahri Kopuz Suzidil, Sedat Bey ve Nikolaki’ nin Şehnaz, Neyzen Tevfik’ in Nihavent ve Şehnaz buselik, Kemal Niyazi Seyhun Hicazkar, Refik Talat Bey mahur ve Hicaz, Mesut Cemil Bey nihavent, Şerif Muhiddin Targan Ferahfeza, Kanuni Hoca Mehmet Bey Suzidil, Hoca Ahmet Mükerrem Akıncı Karcığar, Yekta Akıncı Neveser, Hoca Cahit Gözkan Neva, Mahur ve suzinak saz semaileri, en çok icra edilen saz eserleri arasındaydı.
İlk bölümdeki saz eserlerinden sonra, Riyaseti Cumhur Fasıl Heyetinde idarecilik ve Safiye Ayla gibi Atatürk’ün özel meclislerinde hanendelik yapmış olan, Ferit Tan, hazırladığı bir takım faslı icra etmek için tarihi defiyle ortaya çıkar, hemen her toplantıda hazır bulunan, Safiye Ayla, Semahat Özdenses, Fahriye Caner, Mualla ve Ayten Hanımlar… gibi eski ama her biri zirve olmuş sesleri etrafına alarak adeta tarihi bir koro oluşturur ve ilerlemiş yaşına rağmen gür ve diyaframını rahat kullandığı düz ve uzun sesiyle , Kasımpaşa’ da ki gençlik meşklerinde yaşadığı mestanelikle hanendeleri ve sazendeleri peşinde sürükler, ama mutlaka her defasında “sandıktan çıkardığı” birkaç sürpriz eserle faslın gidişatını dalgalandırmaktan küçük keyifler alırdı.
İşte böyle anlarda faslı yandaki küçük odadan, locada dinler gibi takip eden yine eskilerden kalma zevat arasında bir fısıldaşma yaşanır, hazurun içindeki Yesari Asım, Özbekler Tekkesinden artakalan Şeyh (Necmettin Efendi) Baba’ ya “ bakın fasıl sallandı ama şimdi Cahit Bey’ in mızrabı daha kuvvetle duyulacak ve sendeleyen sazendeyi peşine takıp kurtaracak” dediği duyulur ve dediği gibi de olurdu. Zira Cahit Hoca kısa ve avucunun içinde sıkıca kavradığı mızrabı ile udun tellerini adetat ahenkle kamçılar, çıkardığı yuvarlak seslerle, perdeler tam net olarak duyulur, esasta mülayim bir kaynaştırıcı ensturman olan ud, Hoca’ nın elinde bir şef saz baskınlığında, saz heyetini yönetirdi.
Bazen de, Ahmet Mükerrem Akıncı’ nın eski talebelerinden musikide biraz fazla tutucu olan Hafız Abı ; “Ferit Bey’ in üslubu Hocamınkine benzemiyor”, aman kulağımdaki bozulmasın diye, biraz uzaklaşıp, mutfakta çayı demleyen Barut Tevfik namıyla maruf, Başsavcı Tevfik Barut’ un yanına giderdi.
Dışarıda bu kritikler yapılırken fasıl odasında ahenk ve konsantrasyon artar makam ve usul tam kıvam bulur, sıra ara taksimine gelince önce misafir olan üstatlara teklif edilir, toplantıların müdavimlerinden Niyazi Sayın, İhsan Özgen, Erol Deran, Fahrettin Çimenli, Cüneyt Orhun, Cüneyt Kosal, Necdet Yaşar, Ekrem Erdoğdu ve Ş.Ünal Ensari gibi sazlarının ustaları, “musikide geldikleri merhaleleri Hoca’ya anlattıkları” özlü, esaslı taksimler yaparlar, bu sırada nefesler tutulur, musiki lisanıyla halledilirdi.
Birinci bölümden sonra çaylar içilir, ev sahibesi hocanın Muhterem eşi Muazzez Hanımın ikrarımı, genç müdavimlerin servisi ile ağızlar tatlanır, sohbet koyulaşır, hasretler giderilir, yarenlik edilir ve sıra ikinci bölüme gelir.
Bu defa, gençler korosu kurulur, Haki Numanoğlu veya Adana Mungan, ortaya çıkar, yanlarında da Münip Utandı, İrfan Doğrusöz, Hocanın Kızları Sabahat ve Melahat Hanımlar başta olmak üzere, tüm hazurunun iştirak ettiği başka bir klasik koro kurulur, bir başka makam tutturulur, fasıl coştukça coşar, bazen sololarla, bazen taksimlerle dinlenilir, saatler ilerleyip, istenilmeyen zamanın gelmesinin tek tesellisi ise haftaya tekrar buluşma anonsu olurdu.
Bu fasıl akşamlarının dışında, hafta sonu, bilhassa cumartesi günleri, Hoca’ nın evi talebelerinin özel meşklerine devam ettikleri bir mektep, dostların da buluştuğu bir adresti. Cumartesi günleri evde musiki icra edildiğini bilen müzisyenler, genellikle sazlarını da yanlarına alıp, Hoca’ ya yapacakları ziyaretleri de bu güne rast getirirler, böylece hem sohbete, hem de musikiye katılırlardı.
Bir de bu günlerin değişmeyen müdavimleri vardı ki, bunlar Doktor Müslim Kızılkan, Avukat Muammer Müslim Topçu, Savcı Ş. Ünal Ensari, Fahrettin Çimenli ve Tevfik Barut gibi artık talebeden ziyade Hoca’nın dost ve muhabbet halkasına dâhil olmuş kimselerdi. Bu daha özel toplantı günlerine, Cahit Gözkan’a Abi veya Hocam diye hitap eden, başta Niyazi Sayın, Erol Deran, Laika Karabey gibi üstatlar sıklıkla katılırlardı. Musikinin yanı sıra; tarih, tasavvuf, şiir ve edebiyatın iç içe geçtiği ve birlikte terennüm edildiği, işte bu müstesna demler, cumartesi meşklerinde yaşanırdı.
Udi ve Rebabî olarak tanınan Musiki Üstadı Hoca Cahit Gözkan; Hocasından icazet alacak derecede hattat, “Zahit” mahlasıyla tasavvufi şiirler yazacak kadar şair olup, divan edebiyatının en güzide mısra ve beyitlerini hıfzetmiş ve de çok sevdiği tasavvufi şair “Sezai”’nin divanını nerdeyse tümünü ezberinde muhafaza eden ve bunları yeri geldikçe, gönülden bağlı olduğu Küçük Hüseyin Efendi, Müderris Mahmut Efendi ve Hulusi Gökmenli’den hatıralar ve Mevlana’dan kıssalarla birlikte, fevkalade temiz bir belagat ile aktaran, çok yönlü bir kültür sanat ve tasavvuf adamıydı.
Hoca Cahit Gözkan, evinin dışında pek fazla görünmek istemez, aldığı tasavvufi-nakşi terbiye sebebiyle, şöhretten, hal ve tabiatının değişmesinden sakınır, bunu da sık, sık vakıalarıyla anlatırdı. Buna rağmen, dostlarının ısrarlı davetleri üzerine katıldığı, Radyo’daki Mesut Cemil, Cevdet Çağla, Sadi Işılay, Sadettin Heper, Yekta Akıncı, Nevzat Atlı, Dede Süleyman Erguner, Ulvi Erguner ve Niyazi Sayın ile yaptıkları saz eserleri icraları ve yine Radyo’ nun, musiki programlarında denetleme ve imtihan heyetlerine iştiraklerinin yirmi beş yıl devam ettiği, sohbetler arasında geçerdi.
H.Cahit Gözkan’ ın okul hüviyetinde olan evinin dışında, Hoca vasfıyla kuruluşundan itibaren faaliyetlerine iştirak ettiği tek cemiyet ise; ilim, kültür ve sanatta tarihten gelen hasletlerimizi yaşatmayı gaye edinmiş, Kubbealtı Kültür ve Sanat Vakfı’dır. Kubbealtı Vakfı kurucuları Samiha Ayverdi ve Ekrem Hakkı Ayverdi’ nin Kubbealtı Vakfı-Türk Musikisi Enstitüsü’nde ud dersleri vermesi ricasını, kendilerinin hizmet merkezli gayretlerini yekinen bilen biri olarak Hoca Cahit Gözkan; hiç tereddütsüz ve hatta “emir buyururlar” şeklindeki dervişane cevabıyla kabul etmiş ve yetmişli yaşlarında olmasına rağmen, yaklaşık on yıl, her cumartesi Kadıköy Çiftehavuzlar’daki evinden, Beyazıt Çarşıkapı’daki cemiyete gelip, talep edenlere ud meşketmiştir.
Kubbealtı’ndaki ud talebeleri olan bizler; Cemil Altınbilek, Dilek Ömürlü, Güner Aygün, M.Süha Uyar , Ali Fırtına ve bilahare katılan Ahmet Kırım ; 12 Eylül 1980 tarihini müteakip tüm dernek ve vakıflar gibi musiki cemiyetleri de geçici bir süre kapatılması sebebiyle, çalışmalarımızı evine taşıdığımız Hoca Cahit Gözkan’ın vefatına kadar, talebesi ve müdavimi olma bahtiyarlığına erişmenin hazzını terennüm edenlerdeniz.
Musikide; Enderunlu Latif Ağa, Beykozlu Kanuni Mehmet Bey, Hafız Ahmet Mükerrem Akıncı silsilesinin devamı olan Hoca Cahit Gözkan, bu silsilenin tüm veresesini devralarak taşımış ve temsil etmişti. Hoca Cahit Gözkan’ın en itina ile muhafaza ettiği mirası Hocalarından intikal eden “Kütük” ve Hocasının kendisi için geçtikleri fasılları yazdığı “Defter”lerdi.
Kütük; çok iyi bir notist olan ve “uçan kuşun kanat sesini yazardı” diye nakledilen Kanuni Mehmet Bey’in Enderun’da kaleme almış olduğu eserlerin nota ve güfteleriyle yer aldığı bir defter olup, devrinin icrası ile yazılmış eserlerle, bizzat bestekârlarının ağzından notaya alınmış eserleri ihtiva etmektedir. Hatta Hoca, bu kütükten bahsederken kendisine anlatılan hatıralardan da misaller verir, günümüzde okunan bestelerle Hocasından geçtiği hali arasında mukayeseler yapar, Enderun’da Hacı Arif Bey’in; “Mehmet, şu şarkıyı da kaçmadan yazıver” talebi üzerine, Kanuni Mehmet Bey tarafından notaya alındığını ve kütükte de bu haliyle bulunduğunu anlatır. Bazen de gösterirdi.
Defterler ise, “pek mümtaz ve muazzez evladım” ithafıyla başlayan ve Hoca Ahmet Mükerrem Akıncı’nın el yazısı ile talebe Cahit Gözkan’a yazılmış muhtelif makamlardaki, güfteleri Arap alfabesi ile kaleme alınmış takımlar halindeki nota koleksiyonudur. Bir kısmının suretlerini Hoca’nın altına Latin alfabesi ile güncelleştirerek geçtiğimiz bu defterler, üslubu bakımından kütüğü teyit etmesi ve bu güne kadar değerlendirilmemiş olması bakımından önemli bir kaynaktır.
Gözkan ailesinin muhafazasında olan bu değerli kaynakların başta, kendisi de iyi bir udi olan Cahit Hoca’nın oğlu ve talebesi M.Halit Gözkan ile diğer talebeleri Ahmet Kırım ve Bendenizin iştiraki ile bir “kaynak eser” olarak yayınlayabilmenin gayreti içersindeyiz.
Hoca’nın vefatında söylediğimiz dörtlüğü bir kere daha tekrar ederek, Hoca Cahit Gözkan’ ı minnet ve rahmetle anıyoruz.
Açtı kucak yetmiş sene musiki ve semaya
Etti taksim hem fakire, hem pir ü evliyaya
En nihayet gezdi udu bir dönülmez meyanda
Geçti Cahit Gözkan Hoca bu dünyadan ukbaya
Cemil ALTINBİLEK
avukat@cemilaltinbilek.com
*(KUBBEALTI AKADEMİ MECMUASININ 2002 Temmuz sayısında yayınlanmıştır.)