“Türk Musikisi’nin Varlığı Türk’ün Varlığı Demektir” Hayri Yenigün - 1948


Toplam Okunma: 4227 | En Son Okunma: 22.11.2024 - 03:45
Kategori: Mürekkebi Kurumayan Yazılar

20.yy ortaları müzik hayatımızda yaşayan iki dergimiz vardı. Bunlardan birisi Musiki Mecmuası, diğeri ise Türk Musikisi Dergisi idi. Bu dergilerde müziğimizin sorunsal görüşlerinden araştırma yazılarına ve anılara değin birçok konu yer alıyordu.
Bu yazıları yayınlamak, geçmiş büyüklerimizin fikirlerinde günümüz bakış açısıyla karşılaştırma yapmak, nostalji ile gerçekliğin hoş birlikteliğine olanak vermektedir.
Dergimizin bir konusu da geçmiş müzik dergilerinden alınmış yazılarda sizleri düşünmeye sevk etmek olacaktır. Konuya vakıf olanlar için de hoş bir anımsama olacağını ümid ediyoruz.
İşte Hayri Yenigün’ün Türk Musikisi Dergisi’nin 1948 Nisan ayında (sayı:6) yayınlanmış baş yazısı:

TÜRK MUSİKİSİ’NİN VARLIĞI TÜRK’ÜN VARLIĞI DEMEKTİR…

Bir takım zavallılar var ki bunlar her vesile ile Türk musikisine çatmak için kendi kendilerini ödevlendirmişlerdir. Bunlara göre dünyada tek bir musiki vardır. O da Batı musikisidir. Türk Musikisi yoktur! Şöyle de misal getirirler.
-İşte, derler, isimlerinden belli:
Acemaşiran, acemkürdi, ısfahan!.. Taşıdığı bu yabancı isimlerle nasıl bir Türk Musikisi olurmuş?
Musikimizin orijinal önemini anlamak mazhariyetinden nasipsiz bu kara talihliler, Türk Musikisinde Rast, Nihavend, Suzidil, Ferahfeza… gibi makam isimlerini duyunca bunların (İran’dan) ve Hicaz, Uşşak, Muhayyer, Tahir vs gibi isimlerle de karşılaşınca bunların da Arabistan’dan gelmiş olduklarını söylemekle davanın halledilmiş olduğunu sanıyorlar.
Kendileri halis birer Türk olup da ancak isimlerinin Nevzad, Peyami, Daniş olmalarından bunlara Acem; Sait, Cemal, Şevki vs olanlara da Arap mı demek lazım?
Amerikalılar İngilizce, Avusturyalılar da Almanca konuşurlar. Lakin ne Amerikalılar İngiliz, ne de Avusturyalılar Almandır.
Musikimizde şehnaz, dügah, pençgah, dilkeşhaveran vs diye anılan ve sayısı 100’ü geçen makamlarımızın büyük çoğunluğunun adları Farsça olmakla beraber bu makamatdan İran musikisinde hümayun, mahur ve segah gibi bir kaçına rastlanır ki bunların da seyir itibarıyla musikimize nisbetle önemli farkları vardır.
İran musikisi tezgahlarında (makamlarında) bidad, ebuata, deşti, efşarı, rak, çekavek vs gibi isimler vardır ve tasnif(şarkı)lerinin düzenleri de musikimize olduğu gibi genel olarak bir rübai tarzında zemin, zaman, miyan, nakaratla mısralanmış şekilde de değildir.
Türk musikisini nasıl ve ne suretle olursa olsun hırpalamak isteyenlerin bizdeki makam isimlerine bakıp da musikimizin “İran’dan gelme” olduğuna hüküm vermelerine bilmem ki ne demeli?
Musikimiz Arabistan da gelme değildir. Aksine olarak yüzlerce yıllardan beridir ki musikimiz Arap musikisi üzerine tamamen müessir olmuştur.
Mısır’da, Irak’da, Suriye’de velhasıl bütün Arap ülkelerinde isimleri Farsça olan suzinak, ferahnak… ve isimleri Arapça olan Hicaz, uşşak ve yine isimleri Türkçe olan Karcığar, Hüzzam gibi Türk musikisinin tekmil makamları Arap musikisinde de olduğu gibi caridir ve bu memleketlerde okunan ve çalınan bütün bu makamların esaslarında hiçbir değişiklik yoktur. Ancak Arapların tevşih(beste)leri türk musikisi makamları çerçevesinde bulunmakla birlikte lisandaki lehçe farkı gibi çalınış ve okunuşları yalnız tavır itibarıyla (arabesk) tir o kadar…(bu yazının yazıldığı zamanlarda Orhan Gencebay yoktu…A.S.)
Bugün bile Arap musikisinde ta rast’dan yegah’a kadar çalınan bilumum peşrev ve saz semailer, Emin Ağa, Numan Ağa, Rıza Bey, Osman Bey, Salim Bey, Asım Bey ve hatta merhum Tanburi Cemil Bey gibi Türklerin eserleri ve öz Türk musikisi makamlarının birer temelleridir.
Klasik Batı musikisi ile uğraşan Avrupalı müzik bilginleri Batı musikisinin 1.Dünya Harbi ile beraber 30 küsur yıldan beri uğradığı bedbahtlık karşısında acı acı sızlamaktadırlar.
Avrupa yüksek musiki konservatuarlarının varlıklarına rağmen artık Bach gibi oratorio, Wagner gibi bir Parsifal, Berlioz gibi Sardanapale ibda edecek klasik ve romantik kompozitörler yetiştiremiyor. Bugün bol bol foxtrot, tango, rumba, süving(swing) yaratan caz bestecilerinin Beethoven’leri, Wagner’leri, symhonies ve sonates larıyla beraber tarihe sürüklemekte olduğu da meydanda…
Batı musikisinin belli olan teknik büyüklüğüne fuzuli tellallık ederken Türk musikisini “müzeye kaldırmak” isteyen kısa görüşlüler evvela Batı musikisinin maruz kaldığı duraklamayı ve gelecekteki açık halini düşünerek onu kurtarmağa çare arasınlar, yeter. Biz buna fazlasıyla memnun oluruz. Elverir ki Türk musikisinin varlığına gölge olmasınlar.
Avrupa’nın teknik musikisi, milletlerarası bir musiki olarak her zaman ele alınır ve bu, yaşayan ve dünyada çok konuşulan herhangi bir Batı dilini öğrenmek kadar lüzumludur.
Halbuki dava Türk musikisinin varlığındadır. Türk musikisinin varlığı Türk’ün varlığı demektir.
Kendilerini bu geniş musiki denizinde modern dans figülerinin dalgalarına kaptırıp da:
“Türk musikisi atılmalıdır” teranesiyle çırpınarak bağıranlar, bu musikinin esrar dolu, sakin ve vakur kayalarına çarparak her zaman yüzgeri döneceklerine şöphe etmesinler.
İspanya’nın, Romanya’nın, Finlandiya’nın, Japonya’nın nasıl bir milli musikisi varsa bizim de bir Milli Musikimiz vardır. O’nun da adı TÜRK MUSİKİSİ dir. Bu koca varlık ne müzelere sığar, ne de yabanlara atılabilir. Bu bizim öz malımız ve öz dilimizdir. Dünya var oldukça Türk musikisi konuştuğu diliyle birlikte ebediyen yaşayacak ve bu cevheri layık olduğu mevkiye yükseltecek bir dahi yetişinceye kadar da bu nesil bütün yaygaralara karşı koyarak O’nu korumakta ve benimsemekte devam edecektir.
Hayri YENİGÜN




Hoşgeldiniz