Aramızdan Ayrılışının 18. Yılında Prof.Dr. Gültekin Oransay’ın(1930-1989) 1986 Haziran’ı Berlin Günceleri… Dr. Ayhan Sarı
Toplam Okunma: 4164 | En Son Okunma: 22.11.2024 - 01:21
Ülkemizin akademik eğitimli ilk müzikbilimcisinin yurt dışındaki güncel hayatını, düşüncelerini, müzikbilimsel çalışma azmini, kişisel davranış özelliklerini, yurt sevgisini, ailesine düşkünlüğünü vs. büyük bir doğallıkla anlattığı anıları, gelecek kuşak müzikbilimcilerimize örnek oluşturması açısından önem taşımaktadır.
Ocak 1990 tarihli Hürriyet-Gösteri dergisinde yayınlanan “Gültekin Oransay’ın Ardından” başlıklı yazımda şöyle bir not düşmüştüm:
“Oransay’ın Haziran 1986’da -karşılaştırmalı olarak Doğu-Batı Berlin Alman Toplumunu bugüne getiren düşünsel geçmişi, bizim olağanüstü dönemimiz ve bilimsel özgürlük, oradaki kütüphanelerde Atatürk’le ilgili gazete taramaları gibi- çeşitli konular hakkındaki kendisinin küçük kağıtlara not aldığı izlenimlerini (bu notlar, vefatının -20 Kasım 1989- ardından İzmir - Kahramanlar’daki evinde eşi Işık Hanım tarafından bu satırların yazarına verilmiştir.) yerin kısıtlı olması nedeniyle aktaramıyorum.”
Anılar 18 – 28 Haziran 1986 tarihleri arasında Goethe Enstitüsü’nde katıldığı 10 günlük seminer sürecini kapsıyor ve daha önce eğitimi ve öğr. gör. sırasında Almanya’da yıllarca bulunmuş 56 yaşındaki bir müzikbilim adamının hem bilimsel, hem de hayatla ilgili gözlemsel anlatımlarına dayanıyor. O zamanın Berlin’ini, o zamanın kütüphane çalışma koşullarını, mikrofilm vs teknolojisini ve adabını, Türk müzikbilimi açısından önemli bir yazmanın izini buluşunu, yuva özlemini, hayata dair küçük anekdotları büyük bir samimiyetle yazıya dökmüş Oransay. Dil o kadar akıcı ki kendinizi sanki O’nunla imiş gibi hissediyorsunuz:
18.06.1986 Çarşamba
Üç gün süreyle 08.30-10.30 arası ders yapan bir sınıfı izlemeye başladık. Öğretmenin bilgisizliğine, hazırlıksızlığına şaştım. Bütün beş ders boyunca dilbilgisi alıştırması yaptılar. Biz de sıkıldık,durduk köşemizde. Dersten sonra Devlet Betikliğine gidip 1901-1920 kronolojisine bilgi derlemeyi hemen hemen bitirdim. Bir saatlık bir çalışma kaldı.
Bugünkü önemli haber: İki haftadır şuna-buna sora sora ulaştığım görevli sonunda kesin bir bilgi verebildi: Benim 29 Haziranda biten seminerimden sonraki bir haftalık Berlin semineri kesinleşmemiş. Başvuru kağıdımı (görevli) adaylar dosyasında buldu.
-Geç başvurmuşsun, yer doldu, yatacak yer kalmadı, isterseniz müdürle konuşun.
dedi. Ben ayıp olmasın diye katlanacaktım o bir iki haftaya. “yok, olmazsa olmasın, ben müdüre falan çıkmam” deyip konuyu kapattım. Yarın ilk işim uçakta yer bulmaya çalışmak olacak. Eğer 27’sine bulursam ne ala, yoksa ilk bulacağım boş yeri kabul edeceğim elbet. İnşallah bir hafta sonra dönebilirim. Yoksa cebimden otel parası vermek zorunda kalırsam felaket olur. Fakat şu Frau Scherer’in dağınıklığı ve ilgisizliği yüzünden bana bir türlü doğru dürüst bilgi vermeyip yanıltması olmasaydı uçak dönüş tarihini daha İzmir’den ayarlamış olacaktım! Gel de kızma!
19.06.1986 Perşembe
Frau Ursula Reinhard’ı(Türk Müziği ile ilgili kitapları olan Alman müzikbilimci Kurt Reinhard’ın eşi. A.S.) telefonla günlerdir boşuna aradım. Rehberdeki ikinci Ursula Reinhard’ı da arıyordum. Bu sabah o açtı, ötekiyle sürekli karıştırıldığını, ötekinin besbelli kolay kolay bulunamadığını yakınarak anlattı. Özür diledim. Sabahki beş saat ders dinlemeden sonra öğretmen aslında Çin Bilimci olduğunu, üç yıldır Almanca öğretmenliği yaptığını, benim gibi 18 yıllık Almanca öğretmenin ders izlemesini anlamsız bulduğunu ve sıkıldığını(es irritiest mich, das alte Hasen wie Sie zuhören) söyledi. Ben öğrencilerle konuştuğumu ve O’nu çok beğendiklerini, benim de çok beğendiğimi, itiraz ya da katkılarımı hemen yaptığımı, sıkılmaması gerektiğini söyledim. Kadın aslında haklı. Ama ben de hemen her ders lafa girdim.
Öğleden sonra 1901-1920′yi, olan ciltlere göre bitirdim. Eksikleri başka betikliklerden tümlemek gerek. Orun kütüklerine gereç topladım(komutanlar). İlk kez micro-fiche kullanıp gazete aradım. Yarına ısmarladım. Şimdi:
a) Atatürk’ün Piccardi’ye katılması.
b) Atatürk’ün Alman cephesini gezmesi.
c) Bach kantatlarındaki açımlıkların başlangıçları.
d) Türkçe yazmalar
e) Dilbilim terimleri
başlıca kalan konular…
Dersten sonra uçak biletini 28 Haziran Cumartesi’ne çevirttim(4 temmuz yerine). Sabah Goethe’ciler beni arayıp “Berlin Seminerinde yer kalmadığını, geç başvurduğumu yinelediler. Ama München’le görüşmüşler, pansiyonda kalmayı kabul edersem giderleri üstleneceklerini bildirmiş München. Ben düşünmek için süre istedim. Ama programa baktım, betikliklerde çalışmaya hiç zaman bırakmıyacak(Y daralması kuralı A.S.). Berlin’i zaten yeterince gezdim. Program da daha çok siyasal-ekonomisel ağırlıklı. Hemen vazgeçtim, uçak bileti de çözümlenince kalacak yer derdi de kalmadı. Yarın seminere katılmıyacağımı bildireceğim. Böylece İzmir’de mahkemeye de yetişeceğim. Emlak vergisine ve maaşa da. Berlin’de cumadan cumaya sekiz günüm kalmış oluyor. Alışverişi hızlandırmam gerek, daha hiç yapmadım gibi.
20.06.1986 Cuma
Altı bitiden sonra Işık’a(eşi) bir şey göndermedim. Her gün bir satır olsun haber bekliyorum, boşuna. Bugün Menkü ile Levent’e birer kart attım. Bu sabah son kez girdiğimiz sınıfta iki İran’lıdan yakınlık gördüm.Birisi benim Türk olduğumu öğrendiği ders sürekli arkasını dönüp bana baktıktan sonra arada yanıma gelerek Azeri Türkçesiyle babasının kürt, anasının Azeri olduğunu, geçen yıl bir hafta Ankara’da kaldığını, coşkuyla anlattı. Öteki İran’lı bir kadın. Evli, bir çocuklu donuk bir tip.Ama arada bir gülümseyip yakınlık gösterdi. Sınıftaki tek Türk 23 yaşında hukuk bitirmiş biri. Bana dönüp bakmadı bile. Dün derse hiç gelmedi, bugün de öyle. Son dersten sonra öğretmene teşekkür edip vedalaştık. Pazartesi-Çarşamba başka bir sınıfta ders izliyeceğiz. Ben her derste not tutuyor, arada bir derse karışıyorum. Hintli pasif, sıkılıyor, kaçamak kaytarıyor.
Öğle üzeri ders biter bitmez KaDeWe denen Berlin’in en büyük süpermarketini buldum ve doğru oyuncak bölümüne. Alptekin’in (Işık Hanım’dan olma oğlu A.S.) Emrah’ta görüp pek özendiği türden bir istasyon, bir lokomotif hangarı ve bir tünel giriş-çıkışı aldım. Devlet Betikliğinde ilk kez mikrofilm okuma aygıtıyla Le Figaro’nun 1909 Eylül sayılarında Atatürk’ün katıldığı manevralara ilişkin haber taradım.
Fotokopi makinalarında çok sayıda paranın boşa boşa harcandığını saptadım. Acemiler, ya makinanın kabul etmediği paraları çıkıştan almayı bilmiyor, unutuyorlar ya da 1 DM atıp 10 kopyadan az kopya yapıyor ve sonra gelene bedavadan kopya yapma olanağı tanıyorlar. Bunu yeni anladım ve beş-on dakikada bir, bir başka makinada (toplam 10 makine var) iş icad ederek üç mark(=30 yaprak kopya) kadar para topladığım gibi birkaç tane de bedava kopya yaptım.
Berlin’i tanıma seminerine katılamıyacağımı, sabah Gothe Enstitüsü’nün ilgili bürosuna bildirdim.
İzmir’den tek selam gelmedi bugüne dek. Reinhard’ı aramaktan da vazgeçtim. Bugün Devlet Betikliğindeki Türkçe küğ(müzik) yazmalarını saptamıya(Y daralması kuralı A.S.) başladım. Okuma salonundaki yaşlı görevli ancak pazartesiye ısmarlıyabileceğimi, Salı günü okumaya başlıyabileceğimi biraz küçümseyerek söyledi. Bilim adamı olduğumu, betiklerimden birkaçının bu betiklikte de bulunduğunu söyledim. Aslında Sicil-i Osmani’den başkası yok. Ama Almanya ve Berlin Toplu kataloglarında iki Almanca betiğim yer alıyor.
21.06.1986 (Cumartesi)
Haftaya bugün yolcu olduğu düşünerek “kapılar kapanıyor” havasına girdim. Sabah Devlet Betikliğine giderken yolda anne için bir walkman teyp, annem için bıçak takımı alayım dedim(daha önce beğenmiştim), bıçak takımı hiç kalmamış. Walkmanlerden de ancak üç tane. Devlet Betikliğinde yazma kataloglarıyla uğraştım. Kafam erkenden şişince alt kattaki sergiyi (Devlet Betikliğinin 350 yıllık tarihi) belki 30-40 dakika zevklenerek izledim. Şimdiye dek kullandığı dört yapıdan biri savaşta yıkılıp yok olmuş. Kalan üçünden ikisini Doğu Berlin’de, birini de burada tanıdığım için sergiyi içime kolayca sindirebildim ve bizim bu konuda ne denli yaya kaldığımızı bir kez daha derinlerimde duydum.
Saat iki sularında Amerika Anı Betikliğine gidip Bach Açımlıkları(uvertür A.S) konusunda bilgi derlemeyi sürdürdüm. Akşam yemeğine Hintli oda komşum ve burada mühendislik okuyan arkadaşı Hint usulü sebze türlüsü, kremalı salata ve pilav ile bira ettiler. Geldiğimden bu yana üçüncü kez sıcak bir şeyler girdi kursağıma(daha önce iki kez ayak üstü sucuk yemiştim). Ben de baklava ikram ettim (yarım kilosu 6 DM = 1900 TL.). Baklava hem iri, kaba, kalın, hem de cevizi az ve uyduruk Avrupa tatlandırıcılı. Beğenmedim.
22.06.1986 (Pazar)
Çok yoğun izlenimli bir gün geçirdim. Sabah Hintli çıkar gider de rahatça banyo ederim diye biraz yazıp çizmeyle oyalandım. Baktım ağırdan alıyor, yıkanıp çıktım. Berlin Klavuzundaki tanıma uyarak bit pazarının bulunduğu semtte dolaştıktan sonra 11 de bit pazarını gezmeye başladım. Pazar ve tatil günleri 1 mark giriş ücreti ödeniyor. Dolayısıyla ziyaretçiler, müze gezer gibi dolaşan sosyetik Alman ve turistler. Bugün kullanılmıyan bir tiren(kendi yazdığı gibi A.S.) istasyonunun içine ve vagonlardan yararlanılarak kurulmuş. Fiyatların çoğu sosyetik yüksek, tek tük ucuz satan da var. İncik-boncuklar arasında bana göre bir şey bulamadım. Ama yazı makinesından eski kömür ütüsüne dek her şeyin çok para ettiğini görüp şaştım. Adamın biri anahtarlık, defter falan üstüne isim yazıyordu. Ama ı ve ş harfleri (eşi ışık hn. İçin AS.) olmadığı için o niyetim de gerçekleşmedi. Plakçıda sana (ışık hanıma hitab ediyor A.S.) ucuz(3 mark=936 TL) bir marş kaseti, sana ve bana birer plak(12+9.90=21.90 DM) buldum, hepsine birden 20 mark = 6.250TL) aldı. Türkiye’göre bile ucuz.(Aslında hepsini kendisine alıyor A.S ). Sonra kara kağıdı makasla oyup gölge resim yapan sanatçıya resmimi yaptırdım. Pek iyi olmadı ve “gölge resminde insanlar daha genç duruyor” diyerek özür diledi. (5 mark=1600TL) verdim. Bir de fotoğrafçı vardı. 80-100 yıl öncesinin giysilerini giydirip o zamının fotoğraf tekniğiyle resim çekiyor. Gerçekten de çok hoş ama tek kişi 17 mark olduğu için paraya kıyamadım. Tanrı izin verirse günün birinde birlikte yaparız(eşine hitap ediyor A.S). Tipik bir Berlin birahanesinin de ancak kapısından bakıp bit pazarından çıktım.
Bundan sonra düşüncem yer altı değil, gene haftalık kartla binebildiğim yer üstü tireniyle Doğu Berlin’den geçmekti. Fakat meğer Batı’da bir süre yer üstünde giden ve S.Bahn denen tiren Doğu’ya geçmeden önce yer altı oluyormuş. Çaresiz öteki uçta yer değiştirip merkeze döndüm. Doğuya giden öteki S.Bahn’a bindim. Bu gerçekten Doğuya dek yer üstünden gidiyor. Fakat önceki gibi Doğuyu bir uçtan bir uca geçmeyip ilk sınır istasyonunda(geçen Doğu Berlin’e gittiğimde indiğim istasyonda) kalıyor. O da bir işe yaramadı. Üstelik hat boyu ağaçlık olduğundan kentten de fazla bir şey görünmüyor. Bu yüzden Doğuya geçmeden sınırdan önceki istasyonda inip yürüyerek gezmeye başladım. Önce eski parlamento Binası’na girdim ve yaklaşık iki saat Alman Tarihi sergisinde oyalandım. Üç yerde gösterilen filimleri izledim. Yedi kocaman salon dolusu panoları eşyaları inceledim. Bu denli çarpıcı ve dolayısıyla akılda kalıcı tarih dersini şu yaşıma dek görmemiştim. Kendi tarihini bu kadar yansız ve eleştirerek yansıtabilmek gerçekten yüksek bir kafa düzeyini gösteriyor. Sergiye giriş, filimler ve broşürler parasız. Broşürler Almanca, İngilizce, Fransızca ve Türkçe. Zaten Berlin’de Almanca’dan sonra duyuruların çoğu Türkçe. Parlamento’dan çıktıktan sonra hemen yanındaki ünlü Brandenburg kapısına gidip geçen Salı günü doğu bölgesindeki görünümünü içime sindirdiğim bu simgesel anıtın bu kez öbür yüzünü yaşadım. Almanya’nın iki yarısı arasındaki uçurumu bu kerte açık-seçik yaşıyabileceğim ikinci yer yoktur sanırım. Sonra Brandenburg kapısından dosdoğru Batı bölgesinin merkezine uzanan geniş yolu yürüdüm. Hitler’in gösterişli geçit törenleri düzenlediği yolu içime sindirmek amacındaydım. Çevresi yemyeşil çayır ve koruluk olan bu yol boyunca % 90 Türkçe dinleyip tam Türk usulü ortalığı kokuya ve gürültüye boğarak Pazar safası süren yurttaşlarımız başka bir izlenim edinmeme yol açtı. Almanların bizimkilerden neden bu kerte tedirgin olduklarını elle tutulacak kerte yaşadım. İçinde yaşadıkları toplumun ancak refaha ve yozlaşmaya ilişkin özelliklerini algılayabilen ve bir ölçüde benimsiyen insanlarımız, Alman Toplumunu bugünkü noktaya getiren yüksek düşünsel geçmişinden ve bugüne bakışından habersiz. Hele Alman tarihine ilişkin sergiyi gezdikten sonra, bu arada bizim 12 Eylül dönemimizi anımsadıktan sonra yurttaşlarımızla –daha doğrusu bir bölümü yurttaşlığımızdan da sıyrılmış- soydaşlarımızla karşılaşmak, karamsarlığa itti beni. 150 yıl önce Alman’ın biri bir ulusun yükselebilmesi için üçlü bir koşul sürmüş ortaya:
1- Anayasa(Halkın yönetime katılması ve kişisel özgürlük) 2- Birlik 3- Bilimsel Özgürlük.
Bu koşullar gerçekleştikçe ilerlemiş, ortadan kalktığında gerilemiş Almanlar. Bizdeki Aldıkaçtı’ların(1980 sonrası Anayasayı hazırlıyan), Doğramacı’ların(YÖK kurucusu), 150 yıl sonra tarihte lanetle anılacaklarını düşünebiliyor musunuz?
Yürümesi 25 dakika süren yolun sonunda bir parasız sergi daha vardı. Berlin’deki yapılarda görülen alçıdan dış ve iç bezemeler. Mimarlıkta “stuk” denilen bu alçı süsleme sanatının son on yılda Berlin’de yeniden ne kerte canlandığını özellikle eski yapıların onarımında nasıl başarılı olduğunu izledim.
Oradan yer üstü tireniyle iki istasyon gidip 18.30 sularında (İzmir’de 19.30 olmalı) Alptekin’in ve senin seslerinizi duydum. Günlerdir haber alamadığım için kafamda bir “acaba” filizlenir gibi oluyor, unutmıya çalışıyordum. Oradan eve dönüp televizyon izledim. Banyo yaptım. Saat 23.30 da Hintli geldi (şu anda gece yarısını geçmiş 01.20). Berlin Televizyonunun bizdeki “Aşk Gemisi” kadar tatlı bir “Tatilde” dizisini, Paris’in bu günlerdeki yaşamından özetleri ve son olarak da ünlü “Tatlı İrma” yı ya 2. ya 3. kez) izledim.
23.06.1986 (pazartesi)
Bu yeni 4. sınıfın öğretmeni büsbütün sıktı. Çok mıymıntı, miskin bir şey. Dördüncü saattan sonra izin alıp kaçtım. Devlet Betikliğinde ilk iki yazmayı işlemiye(Y daralması kuralı A.S.) başladım. Saat 15′de elimden aldılar(o saatda yazma kullanımı bitiyormuş). Atatürk’ün Fransa’da katıldığı manevrayı araştırmayı sürdürdüm. Meğer kaynaklardan biri yanıltmış. 1909 değil, 1910 Eylülü olacakmış. Yarın için 1910’un gazetelerini ısmarladım.
24.06.1986 (Salı)
Sabah üç saat dersi astım. Doğru Devlet Betikliğine giderek yazma inceledim. İlkini bitirdim. Dersten sonra gene döndüm ve önce Türk yıl dizini için yığınla fotokopi yaptım. Sonra Le Figaro gazetesini tarayıp Atatürk’ün 30 yaşındayken izlediği manevralara ilişkin haberleri ve bir de harita buldum. Ama değil Atatürk’ün, Türkiye’nin bile adı geçmiyor. Ancak Brezilya, Belçika mareşal ve general düzeyinde gönderdikleri için onların adı geçiyor. Biz “öteki yabancı subaylar” arasında bir Rus generalince temsil ediliyoruz.
Dört sayfanın fotokopisini aldım(tanesi 5 pfenig=160TL). Böylece mikrofilmden fotokopi üreten makinayı da tanımış ve ilk kez kullanmış oldum.
25.06.1986 (Çarşamba)
Bugün Menkü’nün doğum günü. Gönderdiğim kartı almıştır inşallah. Sabah dört saat derste patladık sıkıntıdan.. Son saat öğrencilerden birinin doğum gününü içkili-miçkili kutlayacaklarmış. İzin istedim. Veda edip ayrıldım. Böylece bize verilen programa göre izlemekle yükümlü olduğumuz son dersleri de bitirmiş olduk. Hemen Devlet Betikliğine gidip ikinci yazmayı yarıladım. Sonra beş’e dek Koronov’un ünlü Türkçe Dilbilgisi Betiğinin beni en çok ilgilendiren yüzlemlerinin fotokopisini çekmiye başladım. Saat beşte bu bölüm de kapatıldığından bugün erken çıktım(yoksa her akşam genel okuma salonu 21 de kapatılıncaya kadar çalışıp 22 ye doğru eve dönüyordum).
Oyuncakçı adresi diye söyledikleri adrese gidip iki dükkan dolaştım. Tabii München’dekine göre çok ufak(altıda biri falan) daha önce evde incelediğim prospektlerin etkisiyle Schuko=Philips elektronik işliğinin en büyük kutusunu (D) aldım. Marklin’in elektrik kutusundan kimsenin haberi yok. Katalogda da gösterilmemiş, demek üretilmiyor. Vidaları ayrı satmıyorlarmış. Zaten çeşitleri az.
Yediye doğru eve gidip yol hazırlıklarına(ambalajları ve yükü azaltma işlemine) başladım.
Dün ilk kez kullandığım walkman’ı stopa basmadan bırakmışım. Bütün pili tükenmiş bir gecede.. Sabah değiştirdim. Şimdi gece, yürüyüşlükleri(marşları A.S.) bir kez daha zevkten dört olaraktan dinledim(bu plakların birisini eşi için almıştı A.S.). Ama sivrisinekler yüzünden gene uyku tutmuyor bu gece.
26.06.1986 (Perşembe)
Yazma okuyabileceğim son iki gün. Saat sınırlamaları belimi büküyor. Yazma 9.00 – 15.00. Doğu ve küğ bölümleri 9.00 – 17.00 arası açık. Dükkanlar 18.30 da kapanıyor. Son iki gün ders izleme yok diye seviniyordum ama zaman kesin yetmiyor. İkinci kuram yazmasını ve bir söz dergisini bitirip 15.10 uzor ettim. Hiç ara vermeden altı saat yazmak zorladı bu kez beni. 20 dakikada bir bir litre süt içip 2 muz yedikten sonra(öğle yemeği niyetine) yazma kataloglarında acaba Arapça ya da Farsça söz dergisi var mı bizden(15.yy’dan) diye baktım. Yok.
Bir de Abdülali’nin( ? – 1590 A.S.) izini buldum. 17.00 da iki muz daha yiyip alışverişe çıktım. Kaufhaus des Westerns(KaDeWe)’de bir saat boşuna dolanıp hiçbir şey alamadan çıktım. Personel korkunç ilgisiz. Malın ancak belli çeşidi var vb. Oradan Wool Worth’a yetişip son 15 dakikada altı çeşit takı aldım. 18.30 da dükkanlar kapandığından kös kös eve döndüm. Yarının hazırlığını yaptım.
27.06.1986 (Cuma)
İki gün önce (Çarşamba) akşam izlediğim bir TV izlencesinden epey etkilenmişim. Bir Alman vinç işçisi yalnızlıktan yakınıyor. Alman kızıyla evlenecek yerde Tailand’dan 27 yaşında, kalabalık aile çocuğu, yoksul bir kızla anlaşıp evleniyor. Ortak dilleri çat-pat konuştukları İngilizce. Kız üç-dört hafta bocaladıktan sonra uyum sağlıyorlar. Adam mutlu. Kız da. Neden etkilendim? Sokakta, taşıtlarda rastladığım insanların çoğu yaşamlarına anlam katamamış. Bilmeseler de bunalımlı-sorunlu gibi geliyor bana. Yalnızlık çeken çok. Ayrıca kadınların bağımsızlık çabası her iki cinse de zarar vermiş. En ilginci: Sokakta sigara içen Alman erkeğine rastlamadım. Ama hele genç kadınlar açık havada bile sosyetik bir eda ile (sağ elin arasında sigara, el ve kol düz aşağıya sarkıtılmış) sigara içiyorlar. Sözüm ona erkeklerle eşit olduklarını göstermek için. En az yarısı pantolonla geziyor. Nedense uzaktan bakınca gülünç bir özenti izlenimi uyandırıyor bende. Hele taşıtlarda bakışlarını birbirinden kaçırmak için katlandıkları sıkıntı da bir başka tuhaflık. Bizim taşıtlardaki gibi arka-arkaya sıralarda, değil karşılıklı yolculuk etmek, gerek taşıtların durup kalkmalarındaki sallanmaların çokluğundan, gerekse yüz yüze olmakla birlikte birbirine bakmama özeninden(ya da özentisinden) ötürü yerli-yabancı herkese sıkıntı veriyor.
Bugün son kez yazma kullanabildim. Elbet en ilgincini en son buldum(katalogda yanlış tanıtıldığı için). Eğer İzmir’de yapacağım çalışma izlenimimi doğrularsa Divan Küğü’nün bildiğim en eski üçüncü söz dergisini bulmuş oldum. Üstelik bildiğim en eski iki dergi salt Farsça ve Arapça olduğu halde bu, çoğunlukla Türkçe. Son sayfaları doğru dürüst değerlendiremedim. Saat 15.00 da elimden aldılar. Ama şu beş günde gördüğüm yazmalar bile Berlin’de çektiğim sıkıntılara bol bol değdi.
15.30’a dek dinlenip öğle yemeği niyetine bir litre sütümü içtikten sonra bir buçuk saat da fotokopi yaptım. 17.00 da doğru alışverişe koştum. Adaptörü buldum ama tranformatör yok. Oyuncaklar için gerekli oysa. Anneme bir de dörtlü bıçak takımı aldım. İki çakı, sana kasetler, anahtarlık, pasta maşası, buzdolabı kabı aldım. O arada indirimli bir bavula da dayanamadım. Tekerlekli, yalnızca 30 DM. Oysa sıradan çanta ve bavullar 100DM dolayında. Akşam evde Hintli görünce fiyatına inanamadı. “Yarın Helen alayım diye” benden dükkanın yerini sordu. Akşam Walkman’ı adaptörle dinledim. Kasetler pek güzel ama birinin içiyle kapağı değişik çıktı.. Yarın dükkan açılırsa(cumartesi açılıyor mu bilmiyorum) değiştireceğim.
28.061986 (Cumartesi)
İnşallah uçuşta bir aksama olmazsa Berlin’de son günüm. Dün gece sivrisineklerle savaşma uğruna geç uyumama karşın geç uyandım. Hintli dün gece eşyalarını alıp bir arkadaşında gecelemiye gitti. Vedalaştık.
. . ./. . .
Ülkemizin akademik eğitimli ilk müzikbilimcisi Gültekin Oransay İşte böyle hoş sadalar ve nice kitap ve çalışmalar bırakarak 20.11.1989 tarihinde ebediyen aramızdan ayrıldı…
Dr. Ayhan Sarı