Müzik Kurumlarımızda Dedikodu ve Dedikoduyu Yaşam Tarzı Haline Getirmiş Kişilikler Hakkında Analiz ve Bir Örnek… Dr. Ayhan Sarı
Toplam Okunma: 3927 | En Son Okunma: 22.11.2024 - 03:44
Bu yazımızda, gerek bilinçli gerekse bilinçsiz olarak dedikodu alışkanlıklarını birlikte görev yaptığı kimi meslekdaşlarına zarar verme boyutunda günlük hayatlarının bir parçası haline getirmiş ve müzik kurumlarımızda hasbelkader görev yapar duruma gelmiş şahıslardan söz edeceğiz. Müzik uğraşısı açısından yetersizliklerini “başkaları hakkında asılsız dedikodu yaparak kapatma psikolojisi” olarak niteliyebileceğimiz bu rahatsızlık, sanat kurumlarımızda gözlenen bir meslek hastalığını gündeme getirmektedir.
Müzik Kurumlarımızda bu amansız hastalığın pençesine düşmüş nice insanlar bulunmaktadır ki acınacak hallerine gülünmekte, verimsizlikleri yetmezmiş gibi dedikodusal zararlarına ses çıkaracak bir mekanizma kurulamamakta, bir yalanının ardında nice insanlar günlerce düşünsel şok yaşamakta bu da sanat veriminin düşmesine neden olmaktadır.
Sanat kalitesi ile dedikodu mekanizması arasında ters orantı vardır. Sanat kalitesi artan kurumlarda bu şahısların sayısı giderek azalırken, sanat kalitesi düşen kurumlarda bu şahıs sayılarında artış görülmektedir.
Sanatında/müzik uğraşısında aşama kaydetmiş ve kaydetmeye çalışan sanatçılarda dedikodu hemen hiç görülmemekte, sanatında/müzik uğraşısında çıkmaza girmiş, tükenmiş kişilerde ise had safhaya çıkmaktadır.
Hatta bazı sanatçıların/müzik uğraşanlarının ileri derecede psikolojik tedavi görme aşamasına değin geldikleri bilinmektedir.
Aşağıda örneğini vereceğimiz, mantıklı bir bakış açısıyla komik olarak niteleyebileceğimiz bu ve benzeri konuların içine girildiğinde hiç de komik olmadığı, sonuçları bağlamında tam aksine oldukça trajik-trajikomik bir olguyu gündeme getirdiği gözlenmektedir:
Nice benzer yaşanmış dedikodu zararlarımızın yanında yeni yaşanmış bir olay, üç büyük ilimizden birinde bulunan bir Müzik Korosu ses sanatçısının Korodaki bazı bayan sanatçılara 25 Ekim 2007 saat 14.10-14.30 arasında “iki sanatçı üzerine” hayal dünyasından uydurduğu dedikodu neticesinde patlak verdi.
Dedikodu kaynağı kişinin çalışma arasında durup dururken Koronun bir bayan sanatçısının başka bir erkekle iki-üç ay önce görüldüğü konusunda , o sırada arşiv odasında bulunan sanatçı bayanlara asılsız söylemlerde bulunması; orada bulunan bayanların “otelde mi, nerde?” şeklinde geliştirmesi ve dedikodunun da mağdurların kulağına gitmesi, dedikoduyu yapanın, konu ettiği bayanın kendisine ilgisiz davranması sonucunda böyle bir söylemi oluşturduğu; dedikodunun asılsızlığının anlaşılması ve mağdurların tanıklarıyla durumu kendisine bildirmeleri ve “hem suçlu-hem güçlü misali” sanatçının saldırgan tavırlar takınması, üstelik bu hadisenin kendisinin ilk vukuatı olmaması, konumuzu oluşturan klasik bir dedikodu muhabbetini tebessüm ederek dile getirmemize vesile oldu.
Bu ve bunun gibi zarar verici boyuttaki dedikodulara sebeb olan kişilerin bulundukları kurumda tesbit edilerek önleminin alınması hususunun önemi, görev yapanların huzuru açısından kurumun yöneticilerine de önemli işlevler yüklemektedir.
Müzik topluluklarımız gibi, bir salonda her gün topluca görev yapılan ortamların sanat kalitesinin artması, sanatçıların günlük düşünme miktarlarının çoğunu sanatları üzerinde yoğunlaştırmalarıyla mümkündür. Sanatı sanat gibi yapma bilincinden uzaklaştırılmış, dolayısıyla robotlaştırılmış ve bunun neticesinde de dedikodu girdaplarında boğulmaya ramak kalmış sanatçıların varolduğu bir sanat kurumunda gerçek sanattan söz edilmesi mümkün görülmemektedir.
Dedikodunun hakim olduğu talihsiz sanat topluluğu insanları arasında birbirine yabancılaşmanın ve güvensizliğin arttığı görülmekte olup, sanat birlikteliğinden ziyade, dedikodu saldırılarına veya her türlü olası idari soruşturmalara karşı müfettişe-idareciye yek ağızdan aynı ifadeyi vererek cezayı savma becerisini gösterebilmek için bir güç oluşumunu amaç edinen, içerik olarak sanat dışı komünsel gruplaşmalara tanık olunmaktadır.
Peki biz sanatçılar olarak dedikodu’nun temel dayanaklarını şimdiye değin hiç araştırdık mı?
Sanat kurumlarımızda dedikodunun sebeb verdiği sonuçların sanatçı ve uzmanlar katılımıyla ayrı bir platformda incelenmesi yararlı olacaktır.
Konuyu kendi içinde sorgulama bilincine erişmiş sanatçılarımız için Tiyatro Yazarı Nurettin Kurtuluş’un iki yazısından alıntılar sunuyoruz:
DEDİKOLİZM NEDİR? Nurettin Kurtuluş(1)
Dedikodu genelde insanlar üzerinde yoğunlaşıyor; doğa, hayvanlar, siyaset, bilim, edebiyat, sanat, bir diğer insan vs gibi konularda yeti ve birikim olmadığı ya da yetersizlik, sığlık kişi-kişileri bu tür içi boş zaman öldürmeye götürüyor.
Bulanık zihinlerin dedikoduda sığlığı aşamaması; doğrularla bağlantı kuramaması duygulara esir olması, yanlışları artarda sıralıyor, davranışları bu süreç içinde ruhsal bunalımlarıyla özdeşleşiyor.
Dedikodu; kimlik ve kişilik sorunundan kaynaklanıyor ve etik olmadığı görülüyor.
Yorum, eleştiri, tartışma olabilir, fakat; tümün içinden çıkarılacak sözcük ve tümcelerle “dediydi, koduydu, demek istedilerle, demek istedin” lerle kendini tatmin etmek, kendi yapısını pazarlamaktan özüne bir sıfat eklemekten öteye geçemiyor.
Dedikodusu yapılan kişi-kişilerin savunma hakkı elinden alınıyor ve bu eylemi gerçekleştirenler yargısız infazlarıyla benliklerini mutlu etmeye çalışıyor.
“Bak bunu sadece sen biliyorsun” demekle iş bitmiyor, dedikodu orada kapanmıyor, bir diğerine de “bak bunu sadece sen biliyorsunlar” yayılıyor ve sonunda dedikodusu yapılana ulaşıyor.
Kişi-kişilerin ortak konulardaki tartışmaları sığlıklar/yetersizlikler sonucunda tıkanıyor ve hoşsohbetten, çekiştirmelere, dedikodulara dönüşüyor. Bu da zamanla alışkanlıklara-kronikleşmeye-kolikleşmeye kadar varıyor.
Kontrolünü kaybetmiş kişi-kişiler, kendini sorgulayamıyor ve aralarında olan/olmayanları dedikodularla yargılamaya çalışıyor, infaz ettiklerini sanarak özürlü beyinleriyle mutluluk arıyorlar.
Evet kendini kontrol edemeyen, kontrolünü kaybetmiş kişi-kişiler dedikoduyla uğraşıyorlar, kültürlerini de (!) bu konuda geliştiriyorlar.
Önlerine bakarak yürümüyorlar, arkalarındaki yalanları yanlarına almışlar körleşiyorlar ve parazitleşiyorlar. Sonunda doğrulara çarpıyorlar ve düşüyorlar.
Dedikodunun bir kardeşi de yalan oluyor. Dedikodukolizmin temeli yalanlarla atılıyor…
Abartılar, eklemeler Dedikodukolizmin harcı oluyor, en ufak bir sarsıntıda dedikodu kalesi, kuleleri yıkılıyor, yıkıntının altında kalanlar sessizliğe gömülüyor.
Dedikodular, yalanlar, “çamur atalım, izi kalsın” belirsizliğini beraberinde getiren kaygan zeminlerdir, konu-konuları sağlıklı bir şekilde istedikleri sonuca ulaştıramaz.
Bunun yanı sıra geçici kazanımlar, kalıcı kayıplar neler olur hesabı da yapılmalıdır.
Bu tavırlar, yaklaşımlar, genelde dışsal duyulardan kaynaklandığı için; eleştiri, yorum, uyarı olmaktan uzak ayrıca kişisel komplekslerin getirdiği tepkilerdir.
Doğrulara gözlerini kapayan, görmeyen, görmek istemeyen, göstermek istemeyen, doğruları aramayan, aratmak istemeyen, doğrularla ikna edilemeyen, ettirmeyen; kendi yetersizliğinden kaynaklanan karmaşasını tatmin etmeye çalışan bu kişi-kişiler sonunda toplumun dışında kalırlar, reddedilirler.
Dışsal duyuların güvenirliği araştırılmadan yapılan her türlü belge içermeyen yazılı ve sözlü saldırılar, karşıdaki kişiyi geçici olarak yıpratırken, kısa bir süre sonra o kimliksiz ve kişiliksiz kişi-kişileri kalıcı olarak tarihin çöplüğüne götürür, unutur-unutulurlar.
Önemli olan insan-insanlar için yapılacak doğru şeylerdir ve kalıcı olanlardır; egoistçe önce kendini aldatarak sora da etrafında topladığı kuru kalabalığı kandırarak yalanlara, dedikodulara, çamurlara sürüklemek geçicidir.
Burada; kaybedenler, kazananlar bireyselciliğinden daha çok topluma ne zararlar getiriyor, ne götürüyor hesap edilmelidir.
Bilgi kaynaklarının doğruluğu sessizliğin kendisi olurken, o kaynaklara uğramadan çıkarılan gürültüler ne mantıksal bir dil ile, ne de matematiksel işlem gücü ile bağdaşır.
Zihinsel yeteneklerden yoksun olmak, gelişmemiş hattâ boş bir hafızanın göstergesi olmuyor mu?
Dedikodu ve temel taşı olan yalan; genleri işgal etmiş ve irsi toplumsal bir hastalık mıdır?
Yine konu derinlemesine araştırıldığında; dedikodu ve temel taşı yalan olan kişi-kişilerin kendi yanlışlıklarını, hatalarını örtbas etmek, unutturmak ya da gündem dışı bırakmak için başvurdukları sonuç bildirgesidir, bu o-onların can simididir.
Dedikodu ve temel taşı, yalanın eğitimi var mıdır?
Evet; yetiştiği çevre ve aile ortamı kişi-kişilerde Dedikodukolizm batağını boş olan-kalan hafızalarında yer edebiliyor…
Dedikodu boşlukta yuvarlanmaktır, yok olmanın başlangıcıdır.
Dedikodukolik-dedikolikler yarım kalan varlık-varlıklardır tehlikelidirler, nereye çekersen savrulup gider, yönsüzdür-yönsüzdürler, karanlıktır/karanlıktırlar…
Yapılacak ve yapılması gereken o kadar çok iş varken dedikodukolik olmak, insanın kendine acımasıdır, acımanın sonunda kendine ağlamasıdır…
Her şey orada başlıyor.
Her şey orada bitiyor…
Dr. Ayhan Sarı
(1) http://www.mevsimsiz.com/yazi.asp?id=7607 ) (http://www.mevsimsiz.com/yazi.asp?id=7899)